Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
OYUNLAR VE KAVGALAR
-Tom!
Ses yok.
-Tom!
Ses yok.
-Nereye kayboldu gene bu çocuk? Gene yanıt yok. Yaslı kadın gözlüğünü burnunun
üstüne indirdi. Çevresine
bakındı. Đçini gururla dolduran bu görkemli gözlükle hiçbir seyi doğru dürüst
seçemezdi. Yalnızca süs için
takılan bir gözlüktü bu.
-Hangi cehenneme kayboldu yine? Bir elime geçirirsem! diye mırıldandı.
Elindeki süpürgeyi odanın içinde savurdu, bu karyolanın altında uyuklayan
kedinin hızla dısarı kaçmasına
neden oldu. Su çocuğun bir ise yaradığını görmedim, diyerek açık kapıdan
dısarıya çıktı; yaban otların ve
domateslerin aralarına baktı. Sesini yükselterek bağırdı:
-Tom! Tom!
Aniden bir ses duydu ve arkasına dönerek kaçmakta olan Tom'u ceketinin ucundan
yakaladı.
-Dolapta olacağın aklıma gelmemisti, orada yine neler karıstırıyordun?
-Hiç teyze!
-Hiç ne demek? Su ellerine, ağzına bak. Ne karıstırdın?
-Bilmiyorum.
-Ben biliyorum ama, istersen söyleyeyim. Reçel değil mi? O reçele dokunma diye
kırk kez söyledim, ver su
sopayı!
Kadın, eline sopayı alıp havaya kaldırdı. Tehlike çok yakındı, Tom'un da bunu
bir an önce düsünmesi
gerekliydi.
-Aman teyze, arkana bak.
Yaslı kadın arkasına bakmak için eteklerini toplayıp hızla döndü. Bunu fırsat
bilen Tom da dısarıya fırladı.
Tahta perdeye tırmandı, öbür yana atladı. Teyzesi Polly saskın bir halde
kalakaldı ve sonra gülmeye basladı:
-Seni gidi yaramaz seytan. Bas edemeyeceğim kadar kurnazsın. Kurt kocayınca
köpeklerin maskarası olur.
Aslında onu cezalandırmak istemiyorum, ama bütün yaramazlıklarını da hosgöremem.
Belki bugün okula
gitmez. Gitmezse cezalandırmalıyım. Yarın bütün gün çalıstırarak okuldan
kaçmanın ne demek olduğunu ona
öğreteceğim. Zavallı kız kardesimin oğlu.
Tom okula gitmedi. Bütün öğleden sonra çok da güzel eğlendi. Eve geldiğinde
saat enikonu ilerlemisti. Fakat
aksama daha çok vardı. Hizmetçi çocuk Jim, odun kesiyor, Tom'un kardesi Sid de
etrafa saçılan parçaları
topluyordu. Sid basını belaya sokmak istemeyen sakin yaradılıslı bir çocuktu,
macerayı sevmezdi. Tom da onlara
yardım etti. Birkaç dakika sonra odunlar yanmaya hazırdı, içeriye tasıdılar. Tom
fırsatını bulunca her zamanki
gibi seker asırmaya basladı. Teyzesi bunu görmedi, Tom'a birçok soru sormaya
basladı. Aklı sıra bu kurnazca
sorularla Tom'un bugün neler çevirdiğini öğrenecekti. Fakat Tom, teyzesinin bu
planını önceden sezmisti.
-Okul bugün sıcak mıydı Tom?
-Evet teyze.
-Çok mu sıcaktı?
-E, e -evet.
-Yüzmeyi hiç düsünmedin mi ırmak boyunda? Bu son soru Tom'da hafif bir kusku
ve korku uyandırdı.
Tehlikenin yaklastığını hissetti. Bir yanlıslık yapmamak için teyzesinin yüzüne
baktı; fakat bir sey anlayamadı.
-Hayır teyzeciğim, fazla değil.
-Yüzüp serinlemek istemedin mi?
Yaslı kadın genellikle Tom'un iki yakasını birbirine diker, böylece onun
soyunup suya girmesini önlerdi.
Tom'un gömleği gerçekten kuruydu, onun için teyzesi yakasına bakmak gereğini
duydu.
-Ceketini aç Tom, aç da yakanı göreyim.
Tom ceketini açtı. Gömleğinin yakaları birbirine dikiliydi.
-Yüzmeye gittiğini düsünmüstüm, dedi. Fakat sen iyi bir çocuksun. Bu kez söz
dinlemise benzersin, afferin
sana!
-Birkaç arkadas basımıza su döktük. Bakın bu yüzden saçlarım hala ıslak.
-Sen de gömleğinin yakasını böylece çıkarmak gereğini duymadın. Ben de okuldan
kaçarak, yüzmeye gittiğini
sanmıstım.
Tom fırtınanın geçtiğine iyice inanırken Sid söze karıstı:
-Fakat teyzeciğim, siz onun yakasını beyaz iplikle dikip kapatmıstınız. Oysa
simdi yakası siyah iplikle dikili.
-Evet Tom. Senin yakanı beyaz iplikle dikmistim, ah seni... Tom bir sıçrayısta
kapının yanına fırladı ve dısarı
kaçarken,
-Sid, cezanı çekeceksin! tehdidini savurdu.
Tom kendini güvenlikte hissedince yakasını inceledi ve gerçekten de siyah
iplikli olduğunu gözleriyle gördü.
Kardesi Sidney'den elbette bir gün, kendisini ele veren zamansız bosboğazlığının
hesabını soracaktı.
Đki dakika sonra, geçenleri unutmustu bile. Yazları karanlık geç oluyordu.
Sehrin örnek bir çocuğu sayılmazdı, böyle olmaya da pek istekli değildi. Yeni
bir ıslık biçimi öğrenmisti. Kus
gibi ses çıkaran özel bir yöntemdi bu. Dille damak arasında cıvıl cıvıl bir ses
çıkıyor ve özel yeteneği Tom'a
mutluluk ve gurur veriyordu. Çocukluğunda bunları yapan herkes bu emsalsiz keyfi
yasamıstır. Tom tekrar
sakrarken iyi giyimli, kendi yasında bir çocukla karsılastı. Son moda bir
sapkası, iyi bir terzi elinden çıktığı belli
olan mavi elbisesi, bol renkli bir kravatı ve pırıl pırıl cilalı ayakkabıları
vardı. Bu içinde bulundukları Saint
Petersbourg'a göre ancak özel bir günün giysileriydi ve Tom kendi pasaklı üstü
basıyla çok farklı bu durum için
bayağı bozulmustu. Bu yüzden çocuğa çıkıstı:
-Sana simdi bir dayak atarsam.
-Bir dene, görmek isterim.
-Bana sıkıntı, azap veriyorsun.
-Azıcık görelim, dedim...
-Ya, simdi görürsün...
-Hodri meydan!.. Asıl sen göreceksin.
Gerginlik dolu bir sessizlik oldu. Sonra Tom sordu:
-Sen kimsin?
-Seni ilgilendirmez, kimse kimim, sana ne?
-Simdi görürsün, sana neyi!..
-Bir kelime daha söylersen...
-Al iste bir kelime, iki kelime, üç kelime... Hadi bakalım!
-Alay etme, istersem seni tek elimle yere vururum.
-Söylediklerini yapamazsın.
-Devam edersen, yapar mıyım, yapmaz mıyım görürsün...
-Hadi ordan sen de! Su sapkaya bak, su sapkaya...
-Hele bir elini sür de gör. Senin alnını karıslarım.
-Yalancı!
-Sensin yalancı!
-Sen iki defa yalancısın, tamam mı?
-Kolla kendini!
-Susmazsan tası kafana yersin!
-Ne diyorsun sen be!
-Hep vuracağını söylüyorsun ama, bir sey yapamıyorsun. Korkuyor musun?
-Hayır, korkmuyorum iste...
-Korkuyorsun; korkuyorsun...
Yeniden sustular, bakıslarıyla birbirlerini süzdüler. Omuz omuza geldiler.
Tom karsılık verdi.
-Defol!!
-Sen defol!
-Ben gidici değilim...
-Ben de!..
-Üff canımı sıkıyorsun!..
-Patla!
Đkisi de dikilmis, birbirlerini itmeye çalısıyorlardı. Fakat iki ordu da
birbirlerine üstünlük kuramıyorlardı. Uzun
bir çatısmadan sonra, ikisi de kıpkırmızı kesilmis, bir süre dinlenmek zorunda
kalmıslardı. Aniden Tom atıldı:
-Sen korkak züppenin birisin. Ağabeyime söylersem seni küçük parmağıyla ezer.
-Ağabeyin kaç yazarmıs? Benim seninkinden daha güçlü bir ağabeyim var. Seni
tuttuğu gibi su çitin üzerinden
atar.
Aslında ikisinin de ağabeyi yoktu!
-Yalancı!
-Yalanların uzun sürmeyecek!
Tom ayağıyla yere bir çizgi çizdi, sonra da,
-Bu çizgiyi bir adım geçersen seni öyle bir döverim ki bir daha ayağa
kalkamazsın dedi.
Yabancı çocuk aniden çizgiyi geçti. Az sonra, iki düsman, çamurun içinde
boğusuyordu. Birbirlerini ısırıyor,
saçlarını çekiyor, yüzlerini, gözlerini tırmalıyorlardı. Kim bilir, kaç yumruk
atmıslardı? Ağızları, burunları kan,
üst basları toz toprak içerisindeydi. Kavga bir süre böyle sürdü. Sonunda Tom
çocuğun üstüne çıktı. Onu iyice
yumrukladıktan sonra bağırdı:
-Yeter mi ha? Söyle yeter mi?
Çocuk kurtulmak için çırpınıyordu. Bunun üzerine Tom birkaç yumruk daha
savurdu ve sorusunu yineledi:
-Pes mi?
Çocuk can havliyle bağırdı:
-Pes!
Tom çocuğu bıraktıktan sonra kabadayı bir tavır takınarak:
-Bu sana ders olsun, bir daha, adamına göre davran, tamam mı? Çocuk yerden
doğruldu, giysilerinin tozlarını
silkeledi, Tom'a öfkeyle bir göz atıp uzaklasırken basını salladı:
-Gelecek sefer hesaplasırız.
Tom yanıt yerine yüksek sesle güldü. Sisinerek yürümeye basladı. Đki adım
atmıstı ki sırtına çarpan bir tasla
sarsıldı. Arkasına döndüğünde çocuk tabana kuvvet kaçıyordu. Tom aynı hızla
çocuğu kovaladı; ama çocuk
çoktan eve girmisti. Tom, bir süre çitin kenarında bekledi. Yabancı çocuk
pencereden dilini çıkarıyordu. Az sonra
çocuğun annesi çıkıp Tom'a söylenmeye basladı. Kadın büyük bir sopayla Tom'un
üzerine yürüyünce Tom
oradan uzaklastı.
Tom geç döndü. Pencereden eve sessizce girdi. Fakat Polly Teyzenin tuzağına
düstü. Yaslı kadın Tom'un
üstünü basını görünce ertesi gün aman vermeden çalıstırma kararı aldı. Tom'un
sansına ertesi gün tatildi.
KURNAZ BOYACI
Yaz, bütün sıcaklığı ve güzelliğiyle yöreyi sarmıstı. Cumartesi sabahı pırıl
pırıldı gökyüzü. Đnsanın yasamına
mutluluk katıyor, kalplerden gelen ezgiler dudaklardan coskuyla dökülüyordu.
Çiçeklerden havaya tatlı kokular
yayılıyordu. Herkes mutluydu, sevinçliydi bir kisi dısında. O mutsuz olan çocuk
da Tom Sawyer'di. Tom bir
elinde kireç dolu kova, bir elinde fırça, tahtaperdenin önüne geldi.
Tahtaperdeye bezgin bezgin baktı: En az otuz
metre uzunlukta, üç metre yükseklikte kocaman bir seydi. Yasam Tom için zordu,
çok zor... Đçinden böyle
düsünüyordu.
Söylenerek fırçayı kirece daldırdı. Üst bölüme, söyle bir sürdü. Đkinci
sürüsten sonra is, gözünde daha da
büyüdü. Bir kütüğün üzerine gelip oturdu. O anda, elinde su kovasıyla Jim'i
gördü. Simdiye dek pompa ile
kuyudan su çekip tasımak Tom'un gözünde büyük bir isti. Simdiyse Tom, bu ise
dünden razıydı. Üstelik neden,
su getirmek de olsa, isin içinde kasabaya gitmek vardı. Hem, tulumba basında kız
erkek tüm çocuklarla
beraberken zaman daha kolay geçerdi. Tom söze basladı:
-Dinle Jim, eğer sen badanayı yaparsan ben de suyu tasırım, tamam mı?
Jim basını salladı, olmaz anlamında:
-Hayır Bay Tom, bunu yapamam. Hanımım beni kovar, dayaktan öldürür beni.
-O mu? O hiç kimseyi incitmez ki... Kafana bir fiske bile vurmaz. Vursa da
hafifçe dokunur. Bağırır, çağırır!
Hem sana cam bir bilya vereceğim. Gıcır gıcır yeni... Parlak! Bembeyaz cam bilya
Jim, çok güzel.
-Beyaz cam bilya! Harika! Ama Bay Tom, hanımımdan çok korkuyorum...
Tom bilyayı cebinden çıkardı. Jim kovayı yere koydu, bilyayı aldı. Zavallı Jim
arkasındaki Polly Teyzeye
dikkat etmemisti. Kadın elinde ayakkabısını tutuyordu ve ayakkabıyı öyle bir
indirdi ki, Jim kovayı kaptığı gibi
su tulumbasının yolunu tuttu. Tom, tahtaperdeyi hızlı hızlı boyamaya basladı.
Bir süre sonra Tom, boya fırçasını, boya kutusunun içine koydu, boyama isini
durdurdu. Canı sıkkındı,
arkadaslarıyla oyuna gidemeyeceğini anlayınca üzülmüstü. Arkadasları az sonra
gelince, onun böyle çalıstığını
görüp alay edeceklerdi onunla. Üzüntüsü daha da arttı.
Aniden kafasında parlak bir düsünce belirdi. Doğrusu akıllıca bir düsünceydi.
Fırçayı eline aldı, boya kutusuna
daldırıp çıkardı ve fırçayı sürmeye basladı.
Aradan kısa bir zaman geçmisti ki, sokağın basında Ben Rogers gözüktü. Tom
onun kendisiyle alay etmesinden
korkuyordu. Bir yandan da, Ben'in gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Çocuk
hoplayıp zıplayarak sarkılar
söylüyordu. Tom'un yanına gelince vapur taklidi yapmaya basladı. Oysa Tom onu
hiç görmemis gibi komutlar
veriyor, gemiciler gibi çanlar çalıyordu. Hareketleri Büyük Missouri gemisini
anımsatıyordu.
-Dur. Drelin din din. Sürati azaltın, iskeleye yanasıyoruz. Ben, el kol
hareketleriyle bir o yana bir bu yana
sallanarak iskele dediği kaldırıma yanastı.
-Makineler sancak tarafına, tam yol ileri! Drelin din din! Ch -ch -chou -ou -
ou!..
Tom vapurla hiç ilgilenmedi. Elinde fırça, coskuyla sürüyordu boyasını. Ben,
bir an gözlerini ona dikti, sonra:
-Tom ne yapıyorsun? Kocamıs insanlar gibi elinde fırça, çalısıyorsun.
Tom karsılık vermedi. Tahtaperdenin baska bir yerini boyamaya basladı. Daha
sonra, birkaç adım geriledi. Bir
ressam gibi, birkaç adım gerileyip, eserine uzaktan baktı. Son bir çizgi
çektikten sonra fırçayı yine kovaya
daldırdı. Ben bağırdı:
-Tom! Niye çalısıyorsun?
-Ah Ben! Sen misin? Geldiğini farketmedim.
-Yüzmeye gidiyorum. Sen de gelir misin?
-Görüyorsun ki isim var, simdi gelemem.
-Yüzmek is değil mi?
-Belki! diye yanıtladı Tom, sonra konusmasını söyle sürdürdü:
-Ama bu isten daha çok hoslanıyorum.
-Ne? Hoslanıyor musun? dedi Ben. Baska biriyle mi konusuyordu acaba?
-Gerçekten hoslanıyor musun Tom?
-Neden olmasın? Bir çocuk bir basına böyle bir tahtaperdeyi badana etmek
onuruna erebilir mi? Bahse girerim
ki sen bir kere bile boyamamıssındır. Haksız mıyım?
Bu, Ben'in fikrini değistirdi. Tom ise özenle fırçasını sağa sola sallıyor,
arada bir, geri çekilip eserini
inceliyordu.
Ben bir süre Tom'u dikkatle izledi. Sonra,
-Hadi Tom, biraz da ben boyayım... dedi.
-Olmaz! diye yanıtladı Tom. Polly Teyze, tahtaperdenin iyi boyanmasını
istiyor. Bunu tek basıma yapmalıyım.
Bitirdiğimde çok güzel olmalı. Teyzem, çok iyi boyamamı istedi.
-Lütfen, azıcık yapayım.
-Ben, senin de boyamanı tabii ki isterim. Ama teyzem Jim'e de, Sid'e de
yaptırmadı. Burayı ben yapmalıyım.
Bin çocuk gelse, iki bin çocuk da gelse buranın badanasını düzgün yapamaz.
-Ne olur, biraz yapayım. Sana elmalarımın yarısını veririm.
-Sevgili arkadasım korkuyorum.
-Tüm elmalarımı vereceğim.
Tom sevincini gizlemeye çalıstı, fırçayı isteksiz veriyormus gibi uzattı
Ben'e. Đçinden sevinmekle birlikte,
arkadasına belli etmedi. Suratını iyice asıp Ben'e baktı.
Büyük Missouri gemisi güneste badana yapıyor, bizim kurnaz sanatçı ise bir
ağacın gölgesine uzanmıs elma
yiyor, hem de yeni oyunlar hazırlıyordu.
Epeyce fırça çalan Ben, yorulunca isi bıraktı. Ben sırasını savınca, yeni
avlar ardı ardına düstü Tom'un eline.
Gelen arkadasların amaçları Tom'a takılıp, onunla alay etmekti. Ben yorgun düsüp
pes etmeden önce, güzel bir
uçurtma karsılığında badana fırçasını Billy Fisher'e vermisti. Bunu öteki
arkadasları izledi. Saatten saate, üstelik
Tom'u armağanlara boğarak badana gönüllüleri yenileniyordu. Sabah, elinde bir
seyi olmayan Tom, öğleye
doğru servet içinde yüzüyordu. Tom'un hazinesi; on iki bilya, bir ağız mızıkası
parçası, bir kırık makas, mavi bir
sise parçası, bir oyuncak tabanca, bir anahtar, bir tebesir, bir cam kase, bir
sürahi, bir çinko asker, iki kurbağa
yavrusu, altı kertenkele, tek gözlü bir kedi, bir kapı tokmağı, bir köpek
tasması, bir çakı...
Tom bütün gün, hiç çalısmamıstı ama, arkadaslarının hamaratlığı sayesinde
tahtaperde üç kat boyanmıstı.
Bu arada Tom yeni bir sey kesfetti:
Đnsan bir seyi elde edemezse onu ister. Eğer bir kisinin bir seyi yapması
gerekiyorsa bu istir. Eğer yapmaya
gerek duymuyorsa bu is değildir. Bir arabayı sırf kendiniz için sürmek zevk,
baskası için sürmekse istir.
BAHÇEDEKĐ KIZ
Tom, Polly Teyzeyi, kütüphane olarak kullanılan, evin arka tarafındaki odada,
açık pencerenin önünde
otururken buldu. Yasamının tek dostu olan kedisi de karsısında uyuyordu. Polly
Teyze dikis dikiyordu...
Tom'un verdiği görevi yapmayarak, kaçacağını düsünen Polly Teyze, onu karsısında
görünce epeyce sasırdı!
-Simdi gidip oynayabilir miyim teyzeciğim? diyordu Tom.
-Ne? Ne kadar çalıstın ki?
-Hepsini bitirdim teyzeciğim!..
-Tom bana yalan söyleme. Bilirsin, yalana hiç tahammülüm yoktur.
Yalan söylemiyorum teyzeciğim, gerçekten hem de üç kat boya sürdüm.
Polly Teyze Tom'a inanmamıstı. Gözleriyle görmek için dısarı çıktı. Tom'un
sözlerinin yüzde yirmisinin dahi
doğru olduğunu görmek bile, Polly Teyzeyi mutlu ederdi. Tahtaperdeyi bembeyaz
badanalanmıs bulunca ve
hatta üç kat badana çekildiğini anlayınca saskınlığını gizleyemedi.
-Hayır, hayır!.. Bu olamaz. Ne kadar güzel olmus... Đstediğin zaman çok iyi
çalısabiliyorsun Tom. Ne yazık ki
bu çalısma isteğini kendinde çok seyrek duyuyorsun. Artık gidip
oynayabilirsin...
Polly Teyze Tom'u yemek odasına götürdü. Ona, iri, pırıl pırıl kırmızı bir
elma verdi. Sonra, emek karsılığında
kazanılan her seyin çok değerli olduğu hakkında bir söylev çekti. Bu öğütleri
verip dolabı kapatırken, Tom da
pasta kabını gözucuyla teftis etti.
Tom dısarı çıktığında Sid'le karsılastı. Bir avuç toprağı kaptığı gibi Sid'e
fırlattı. Doluya tutulmus gibi saskına
dönen Sid, yaygarayı bastı. Polly Teyze ne olduğunu anlayıp yardıma kosana dek,
Sid, yarım düzine tası yemisti
bile. Tom da, tahtaperdenin üstünden çoktan atlamıs, gözden kaybolmustu.
Artık Sid'den öcünü almıstı. Evlerin ve ahırların arasından geçen çamurlu
yoldan kosarak küçük kentin
meydanına ulastı. Böylece teyzesinden kurtulmustu.
Alanda Tom bir kargasa çıkardı. Đki çocuk ordusu birbiriyle savasıyordu. Tom
bu ordulardan birinin
komutanıydı. Arkadası Joe Harper de, öteki ordunun komutanıydı. Joe ile Tom
birbiriyle hiç savasmazdı. Đkisi de
yüksek bir yerde oturup, kurmayları aracılığı ile savas yönetirlerdi.
Çetin ve oldukça uzun süren bu savas, Tom'un ordusunun yenilgisiyle sona erdi.
Simdi ölüler sayılıyor,
tutsaklar değistiriliyor, gelecekte yapacakları savasın kosulları ve günü
saptanıyordu. Sonra ordular yürüyüse
geçti. Geçit töreninden sonra, dağıldılar. Tom yalnız basına evin yolunu tuttu.
Jeff Thatcher'in oturduğu evin
önüne gelince bahçede mavi gözlü, iki uzun örgülü, sarı saçlı çok güzel bir kız
gördü. Bu yabancı kızla
karsılasınca, Tom az önceki savasın coskusunu unutmustu. Ayrıca bir ay önce
sevgisini kazandığı o ince kız,
Amy Lawrence'i hemen kalbinden atıvermisti. Simdi bu yeni konuğu gizlice
izliyor, çok beğeniyordu.
Bir ara kızın ilgisini çekmek için Tom, çesitli maskaralıklar yapmaya basladı.
Hemen bahçenin çitine yaklastı,
hafifçe parmaklığa dayandı, onu uzun uzun izledi. Kız merdivende bir ara
dikilip, çevreye göz gezdirdi. Sonra
kapıya doğru yürüdü. Tom içini çekti, bir anda yüzü aydınlandı: Çünkü kız içeri
girmeden çite doğru bir
menekse atmıstı. Tom çıplak ayağını çitin üstüne koyup parmaklarıyla çiçeği
yakaladı. Hazinesine kavusunca
kısa bir sürede köseyi döndü. Oradan savustu.
Sonra durup, çiçeği göğsünde bir yerlere sakladı. Belki de midesinin üzerine
koymustu, çünkü kalbinin nerede
olduğunu her kezinde hep yanlıs söylerdi. Sonra tatlı düslerle evin yolunu
tuttu.
Aksam öyle neseliydi ki, sevinçten uçacakmıs gibiydi. Teyzesi hemen farketti.
Sid'e toprak attığı için
azarlanmıstı; fakat buna aldırdığı bile yoktu. Teyzesi seker çalarken Tom'u
yakaladığında, Teyze, Sid çalarken
hiç sesin çıkmıyor ama! demisti.
-Hayır, o hiçbir zaman senin gibi üzmüyor ki beni! Biraz ağır davransaydım
ortada seker kalmayacaktı.
Az sonra, Polly Teyze mutfağa gitti. Sid, Tom'a inat olsun diye, sekerliğe
uzandı. Bu hareket, Tom'u çileden
çıkarmaya yetti. Đçinden neler geçirmedi ki? Sanki Tanrı da, sesini duymus,
dileğini kabul etmis gibi, o anda
Sid'in elindeki sekerlik yere düstü. Tuz buz oldu sekerlik. Tom bu hale öyle
sevindi ki, kopacak gürültüyü
sessizce beklemeye basladı.
Her kezinde, örnek çocuk diye basının kakıncı olan Sid'in cezalandırılmasına
Tom için için sevindi. Tom, yaslı
teyzesi gelinceye dek, neredeyse zevkten bayılacaktı. Az sonra Polly Teyze
esikte göründü. Gözünde simsekler
çakıyordu odaya girerken... Tom Đste geldi diye mırıldanmıstı ki, bir anda
kafasına bir yumruk indi.
-Bana niçin vuruyorsun? Onu Sid kırdı...
Polly Teyze sasırmıstı. Tom yalvarırcasına bakıyordu.
-Hımm, dedi Polly Teyze, o halde seni simdi daha önceki suçlarından dövüyorum.
Cezasız kalmıs çok suçun
var, Tom...
Sonra pismanlık duyup gönlünü almak istedi. Fakat disiplinin bozulacağını
düsünerek susmayı yeğledi.
Yaslı kadın arada bir sevgi dolu bakıslarla yeğenini süzüyordu. Tom bunu
görmezden geliyordu ama. O kendini
ölüm yatağında düsünüyor, bu sırada teyzesinin kendisinden özür dilediğini
görüyor, inadını sürdürerek yüzünü
duvara çevirip, sessizce ölüyordu. Ah, ondan sonra teyzesi nasıl ağlardı kim
bilir?
Bu kez Tom, düsünde ırmakta boğuluyordu. Ölüsünü eve getiriyorlardı. Üzerine
atılan Polly Teyzesinden göz
yasları sel gibi akıyordu. Küçük yeğenini geri vermesi için Tanrı'ya yalvarıyor,
bir daha onu hiç
cezalandırmayacağına yemin ediyordu.
O bunları düsündükçe acısı bir kat daha artıyor, gözünden dökülen yaslar
ayaklarından sel gibi akıyordu. O
anda içeri kuzeni Mary girdi, Mary, Tom'u bir an karanlık düsüncelerden
kurtardı. Onun günes gibi parlayan
aydınlık, güleç yüzü ve tatlı sarkıları arasında Tom, karanlık bir bulut gibi
kapıdan dısarı kayıp gitti.
Her zaman yaptığının tersine, kalabalıktan uzakta, kendini dinleyebileceği bir
yere çekildi. Irmağın kıyısında
yarısı suyun içinde olan bir sandal akıntıya kapılıp kaybolsa acaba arkasından
gözyası döküp üzülenler olur
muydu? Birden, koynunda sakladığı meneksesini anımsadı. Sakladığı yerden
çıkardı. Taç yaprakları dökülmüs
ve solmustu. Bu görünüm üzüntülerini yeniden canlandırdı. Sarısın kız, öldüğünü
öğrenince, üzülür müydü?
Polly Teyzenin yanında olsa onunla birlikte ağlar, onu teselli eder miydi? Yoksa
ötekiler gibi o da olayı soğuk
karsılayıp horlar mıydı? Böylece sürüp giden kimi acı kimi tatlı düsünceleri,
onu sevindirmekle birlikte
üzüyordu da. Sonra içini çekerek doğruldu. Saat on buçuğa doğru kim olduğunu
bilmediği kızın oturduğu sokağa
geldi. Bir ara evin karsısında durup kulak kabarttı. Hiçbir ses yoktu. Yalnızca
ikinci katın penceresinden bir
mum süzülüyordu. Hala orada mı? diye düsündü Tom. Çitten atladı, pencerenin
altına geldi. Tatlı düsler
kurmaya baslamıstı ki evin hizmetçisinin sesiyle irkildi. Aynı anda basından
asağı bir kova su bosaldı. Tom,
içinde ani bir ürkme duygusuyla hafifçe silkinerek ayağa kalktı. Önce ıslık sesi
duyuldu, sonra bir sangırtı.
Belirsiz bir gölge duvardan atlayarak karanlıklara karıstı.
Yatağa girerken üzerindeki ıslak elbiseleri çıkaran Tom'u, Sid yorganının
altından sessizce izliyordu. Tom'un
kızgınlıktan simsek gibi parlayan gözlerini görünce ağzını bile açamadı. Onun
gece duasını bile yapmadan
uyuması Sid'e dert olmustu.
PAZAR OKULU
Pazar sabahı aile bir araya gelmisti. Polly Teyze; kahvaltıdan sonra, topluca
yapılacak aile duasında öğrendiği
bölümleri Tom'dan, gözden geçirmesini istedi. Tom basarmak için içtenlikle
çalısıyordu. Sid, günlerce önce
hazırlanmıs ve duaları öğrenmisti.
Oysa Tom, kısa kısa bes duayı, hala öğrenememisti. Đçtenlikle istemis olsa
bile, aklına girmiyordu dualar iste!
Zorla mı? Bu ezberleme isi yarım saat sürdü sürmedi, duaların birkaç bölümünde
gene de tekliyordu.
Bes duayı ezberlemesi olanaksızdı. Çünkü kafasında baska düsünceler vardı. Bir
yandan da elleri bos durmuyor,
öteberiyle oynuyordu.
Mary kitabı aldı, öğrendiklerini yinelemesini istedi. Tom kendini sisli bir
yolda sanıyordu.
-O fakirler...
-Kutsal...
-Evet, kutsal. O fakirler kutsaldır...
-Çünkü...
-...Çünkü. Evet... O fakirler kutsaldır; çünkü... Çünkü...
-O...
-Çünkü...
-Çünkü
-O... n...
-Çünkü on... Ah, bunun ne olduğunu bilmiyorum.
-Onlar, onlar...
-Evet onlar....onlar ne yapacaklar Mary?
-Ah Tom. Olmadı! Çok çalısmalısın.
-Niçin bana yardım etmiyorsun Mary? Niçin böyle acımasızsın? Sadece basını
söylesen... Arkasını ben
getiririm.
-Bunu yapamam, kendi kendine öğrenmelisin Tom. Umudunu yitirme, basaracaksın.
Eğer basarırsan sana çok
hosuna gidecek bir sey vereceğim.
-Bana ne vereceksin Mary? Ne olur söylesene, ne vereceksin?
-Olmaz Tom? Sen onu düsünme. Sunu bilki ben güzel dersem o kesinlikle
güzeldir.
-Tamam Mary, simdi çok çalısıp bes duayı da ezberleyeceğim.
Alacağı hediyeyi merak eden Tom o kadar dikkatli çalıstı ki kısa sürede bes
kıtayı da ezberlemisti. Mary de ona
yepyeni bir bıçak armağan etti. Tom'un sevinci sonsuzdu.
Tom pazar okuluna gitmek için çağrıldığında bıçağı, dolaplardan birine
saklamakla mesguldü. Mary elinde su
dolu bir tasla bir sabun getirdi, sonra tası bahçede bir bankın üstüne koydu,
sabunu suyun içine daldırdı. Tom
kollarını sıvıyarak suyu yere döküp, mutfağa dönmüstü. Yüzünü sanki yıkamıs gibi
kapının arkasındaki havlu ile
oğusturuyordu, Mary havluyu onun elinden aldı. Söylenmeye basladı:
-Utanmıyor musun? Bu kadar pis olma Tom. Sudan sana zarar gelmez.
Tom az biraz utanmıstı. Tası yeniden doldurdu. Kendi kendini yüreklendirerek
derin derin soludu. Elini sabunlu
suya daldırıp yüzüne sürdü. Gözleri kapalı olduğu halde; mutfağa girerek havluyu
aldı. Bütün yüzünün ıslaklığı
gerçekten yıkandığını gösteriyordu. Oysa havluyla kurulanınca sonuç hiç de
sevindirici olmadı. Çünkü
temizlenen yerler çenesinin hemen yarısında bitiyor, gerisi maske gibi
duruyordu. Boynu, ensesi kapkaraydı, bu
kez Mary temizledi onu.
Yunup yıkanma isi bitince, Tom'un diğer çocuklardan farkı kalmamıstı, aklanmıs
paklanmıs, tertemiz olmustu.
Islak saçlarını eliyle bir güzel yapıstırdı. Bukleli, kabarık saçların kızlara
yarastığını düsünür, saçlarının kıvırcık
olmasına bu yüzden, üzülürdü.
Tom, son iki yıldır pazarları için ayırdığı elbiseleri gidip giyindi. Benekli
hasır sapkasını da Mary giydirdi.
Kılığı, üstü bası düzelmisti. Tom bu durumdan rahatsızdı, çünkü istediği gibi
hareket edemiyordu. Mary de
hazırlanmıstı; üç çocuk pazar okuluna gitmek üzere evden ayrıldılar.
Daha giriste kapıda kendisi gibi giyinmis arkadası Billy'e sordu:
-Sarı kartın var mı?
-Var.
-Ne istersin?
-Ne verirsin?
-Bir olta iğnesi, bir de seker.
-Görelim.
Tom söylediklerini bir bir gösterdi, alıcı da beğendi. Alısveris böylece
tamamlandı. Tom bir baska
arkadasından iki bilya karsılığında üç kırmızı kart aldı. Bir üçüncüsünden de
değersiz bazı seylerle üç mavi kart.
Bu değis tokuslarla rengarenk birçok basarı kartını aldıktan sonra içeri girerek
salondaki sıralardan birine oturdu.
Oturur oturmaz sıra arkadası çocukla kavgaya basladı.
O gün okulda önemli konuklar vardı. Müdür Walters vakit kaybetmeden gösteriye
basladı. Sağa sola emirler
veriyor; oraya buraya kosturup duruyordu. Kucağı kitaplarla dolu kütüphane
görevlisi, hızla gidip geliyordu
salonda...
Müdür Walters, basarılı öğrencilerinden birine o dönemde aldığı kartlara
bakarak bir armağan verecekti.
Birkaç çocuk bir iki sarı kart gösterdi. Ama bu yeterli değildi. Salonda herkes
umudunu kestiği sırada, Tom
Sawyer yerinden kalktı. Elleri kartla doluydu: Dokuz sarı, dokuz kırmızı, on
mavi kart. Kimse böyle bir sey
beklemiyordu ondan. Müdür çaresizdi; sonucu açıkladı, Tom seçkin konukların
yanına götürüldü. Çocuklar,
büyük bir kıskançlıkla ve hele kartlarını değistirenler kızgınlık ve pismanlıkla
onu izliyordu.
Müdür Walters, yaptığı heyecanlı bir konusmadan sonra, dua kitabını tutup ona
verdi. Bir yandan da
düsünüyordu. Elindeki kartlara göre bu çocuğun iki bin sayfa tutan duaları
ezberlemis olması gerekirdi. Ama en
değerli ödülü, armağan olarak iste Tom alıyordu.
Tom'un kız arkadası Amy onun bu basarısına çok sevinmisti. Fakat Tom ona hiç
bakmıyordu bile. Gözlerinin
baska bir kızın üzerinde olduğunu görünce Amy'nin içi burkuldu; kızdı Tom'a...
Konukların en önemlisi yargıçla Tom'u tanıstırdılar. Çocuğun dili tutulmus,
yüreği hızla çarpmaya baslamıstı.
Onu etkileyen konuğun önemli olması değildi, ilgi duyduğu kızın babası
olmasıydı.
Yargıç Tom'un basını oksadı sevecenlikle ve sordu:
-Adın ne senin küçük?
-Tom.
-O yeterli değil, dahası da olmalı?..
-Thomas.
-Ha söyle, simdi oldu. Ama ikinci bir adın da olmalı değil mi?
Müdür Walters atıldı:
-Soyadını unuttun mu çocuğum?.. Soyadını da söyle.
-Sawyer. Thomas Sawyer, efendim.
-Güzel. Aferin sana Tom. Sen harika bir çocuksun. Đki bin dua, senin yastaki
çocuklar için çok; pek çok... Ama
bunları, bu bilgileri öğrendiğin için hiçbir zaman pismanlık duymayacaksın.
Bilgi her seyden değerlidir. Bu
bildiklerinle ileride çok büyük, çok önemli bir adam olacaksın. Bütün bunları
pazar okulunda öğrendiklerime
borçluyum diyeceksin, değil mi? Simdi sana bir soru:
Soru sorulmadan önce Tom kıpkırmızı olmustu. Bu sorudan sonra renkten renge
girdi, hiç yanıt veremedi.
Bunca basarı kartı olan bir çocuğun böylesine kolay bir soruyu yanıtlayamamasını
onun heyecanına vererek, is
tatlıya bağlandı.
BECKY
Kendini bildi bileli Tom, pazartesi sabahını hiç sevmezdi. Hafta sonu tatili
bitiyordu. Yeniden, bir hafta daha
çalısmak gerekliydi, yeni dinlenceler için... Elinden gelse takvimden bütün
pazartesi günlerini çıkarıp atardı.
Somurtuk bir yüzle, yatağının içinde doğrulup oturdu. Düsünmeye basladı. Okula
gitmeyi canı hiç mi hiç
istemiyordu. Birdenbire gözleri parladı. Teyzesine disinin ağrıdığını
söyleyebilirdi. Önce kendisiyle aynı odada
yatan Sid'i kandırması gerekliydi. Hemen yüksek sesle yalandan inlemeye basladı.
Sesleri duyan Sid yatağından
fırlayıp kardesine ne olduğunu sordu; fakat Tom, rolünü iyice benimsemisti,
yanıt vermedi.
Yalnızca, dis ağrımasına bel bağlamak da sakıncalı olabilirdi. Ağızda oynayan,
çürümüs bir dis gördü mü, Polly
Teyzenin sakası yoktu; tutup çıkarırdı hemen, öyle disçi koltuğuymus,
kerpetenmis, onlara gereksinim falan
duymadan... Tom bunu düsününce kuyruk sokumuna dek titredi. Soğuk bir ter
bosandı sırtından. Eğer haber
verirse, sağlam bir disini kaybetmekle birlikte, çekilirken de büyük acı
duyacaktı.
Yalancıktan, Disim ağrıyor! deyip inleme numarasına yatmanın yararı
olmayacağını anlayınca bu düsünceden
de vazgeçti. Yeni, yepyeni bir hastalık kesfetmeliydi. Bir süre önce, eve gelen
aile doktorunun sözlerini
anımsadı. Hastalığın genel tablosunu pek bilmiyordu ama, önemli bir hastalık
olduğu kesindi. Çünkü Polly
Teyze, o gün, doktoru büyük bir dikkatle dinlemisti. Doktorun dediğine bakılırsa
acayip olmakla birlikte korkunç
bir hastalıktı. Bir kez, hasta iki üç hafta yataktan kalkamıyordu. El ya da ayak
parmaklarından birini kaybetmek
gibi insanı, okula gitmekten tüm alıkoyabilecek yaman bir hastalıktı bu...
Tom'un basparmağında birkaç gün önce çıkan bir sivilce mikrop kapmıs, irin
toplamıstı. Ayağını kaldırıp
basparmağını gözden geçirdi. Pekala bu hastalığın numarasını yapabilirdi. Ancak,
ne gibi tepkileri olabileceğini
de pek bilmiyordu. Yeni bir hastalık uydurmak için Tom, planlar kurduğu sırada,
Sid de, telasla Polly Teyzesine
kostu. Tom'un hastalanmasa bile hasta olabileceğini söyledi.
Teyze önce inanmadı; yine de üst katta olanları bilmek istedi. Tom hala
inliyordu, Polly Teyze merakla,
-Ne oldu Tom? diye sordu.
-Ölüyorum teyzeciğim, ayak parmağım zehirlendi!.. Ay!.. Ayy!.. Ölüyorum.
Tom; disinin ağrıması gerektiğini birden anımsayarak, daha da çok inlemeye
basladı ve telasla; Parmağım
zehirlendi, çok acıyor, dis ağrımı bile unuttum! deyince, Polly Teyze, Tom'un
okula gitmemek için yalan
söylediğini anladı, disçiye gideceklerini; kalkıp giyinmesini, disini
çektireceğini söyledi. Tom disçi sözünü
duyunca, yatağından kalktı; giyindi, disindeki ağrının önemsiz olduğunu; okula
gitmek istediğini söyledi. Teyze
güldü. Asağı indiler, az sonra da kahvaltılarını ettiler.
Tom okula giderken, yolda kasaba çocuklarının hayranlık duyduğu Huckleberry
Finn'e rastladı. Huckleberry
Finn haylaz olmakla birlikte, çok da tembel olduğu için anneler ondan
hoslanmazdı; ama bütün çocuklar gibi
Tom da, onunla arkadaslık etmeye can atar, arasıra fırsat buldukça oyun bile
oynardı.
Huckleberry, atılmıs eski elbiseler giydiği için üstü bası paramparçaydı.
Basında yırtık yağlı sapkası, sırtında
üzerine bol gelen yırtık pırtık ceketi ve hemen her tarafı delik desik
pantolonuyla gülünç bir görünüsü vardı.
Gönlünce yasardı. Yazsa kırlarda, kıssa bir fıçının içinde yatıp kalkardı.
Dilediğinde büyük ırmakta balık avlardı.
Yıkanır, havalar ısınmaya baslayınca da, pabuçlarını çıkarır, yalın ayak
gezerdi. Okula hiç gitmemisti. Kasabada
ondan daha çok küfür bilen kimse yoktu.
Tom, Huckleberry Finn'i görünce sevinmisti:
-Selam, Huckleberry! Ne haber?
-Selam! Bak! Hosuna gitti mi?
-Nedir o?
-Bir kedi ölüsü...
-Göstersene bana, Huck, üff!.. Vay canına... Nereden buldun onu?
-Nereden mi? Bir oğlandan aldım canım...
-Peki, karsılığında bir sey verdin mi?
-Elbette... Mavi bir kart verdim, üste kasap amcadan aldığım bir barsak da
cabası...
-Nereden buldun bu mavi kartı?
-Đki hafta önce, Ben Rogers'tan almıstım, bir çember sopasına karsılık...
-Ver bakayım... Kedi ölüsü ne ise yarar?
-Siğilleri yok eder.
-Nasıl?
-Nasıl mı? Kediyi alıp mezarlığa gidersin, gece yarısı rüzgar çıkıp ağaçların
arasında ıslık çalmaya
basladığında rüzgar kediyi, kedi siğillerimi alsın götürsün! diye bağırırsın.
Sabaha kadar siğiller kaybolur.
-Tamam anladım, sen hiç denedin mi?
-Hayır, fakat Hopkins bana söyledi.
-Oldu, inandım, onun bir sihirbaz olduğunu söylerler zaten. Huck, ne zaman
parka gideceksin?
-Hemen bu gece.
-Ben de seninle geleyim mi?
-Korkmazsan gel.
-Korkmak mı? Sey... Yine miyavlayacak mısın?
-Tabii, sen de bana miyavlayacaksın, unutma. Geçen defa ihtiyar Hays, Su
kedilerin sesinden bıktım artık!
diyerek basıma bir tas atıncaya kadar beni miyavlatmıstın.
-O gece yanımda teyzem vardı, senin miyavlamanı duydum ama yanıt veremedim. Bu
gece teyzem orada
olmayacak ve miyavlayacağım. Su siğillerden konusuyorduk... Bundan biraz söz
eder misin, hosuma gitti de...
Siğil belasını ucuz atlatacağız desene...
-Dur bakalım! Acele etme... Her sey öyle kolay olur mu? Önce içi yağmur sulu
bir ağaç kütüğü bulacaksın,
ama, bunu yöntemince yapmazsan hiçbir yararı yoktur, ağaç kütüğünü bulmanın...
Tek basına gideceksin
ormana. O kütüğü arayıp bulacaksın... Sonra kütüğün basında bütün bir gece
beklemek gerekir... Gün ısımaya
baslayınca, kütüğe geriye doğru arka arka giderek yaklasacaksın... Sırtını
kütüğe dayayıp, ellerini kovuğa sokup
sunları söyleyeceksin:
Ey koca kütük, yaslı kütük! Sesimi duydun mu? Beni gördün mü? Ağaçtan, o koca
kütükten, belli belirsiz, bir
ses duyar gibi olacaksın... O incecik ses, sana sunları söylemek isteyecektir:
Gördüm, gördüm... Sesini de duydum... Sonra kütüğe sunları söyleyeceksin:
Yaslı kütük, koca kütük, pınar gibi tatlı o güzel suyundan bir damla da bana
versene... Körelt su siğillerimi;
yaralarımı, berelerimi... Sağalt beni, kurtar derdimden...
Bunu dedin mi? Dedin... Sonra gözlerini yumacaksın, on bir adım sayarak
uzaklasacaksın kütükten. Olduğun
yerde üç kez fırıldak gibi döneceksin, döndün mü, iyi... Artık, güle oynaya, eve
gidebilirsin... Ne konusma, ne
görüsme... Hiç kimseye bir sey söylemek yok, anladın mı? ... Tılsımın
bozulmaması için, buna çok dikkat
etmelisin...
-Doğrusu pek aklım almadı ama, denemeye değer.
-Siğil için bir baska ilaç daha var.
-Söylediklerine aklım pek yatmadı, ama, Bob Tanner belki baska türlüsünü
denemis olabilir.
-Evet...
-Evet ama, elleri hep siğillerle kaplı değil mi onun?
-Doğru. Herifin derisinde siğil olmadık tek bir yer kalmamıs ki... Çürümüs
kütük bulamamıs besbelli...
Bulsaydı hiçbir seyi kalmazdı. Bak, benim elimde binlercesi vardı, hepsi anında
yok oldu, neden? Đste bundan...
Ben oldum bittim kurbağalarla oynamasını severim, kurbağaseverliğim yüzünden
siğillerim de pıtrak gibi
bitiverir ellerimde; çürümüs bir ağaç kütüğü bulamayınca; Çünkü ormanda
böyleleri her zaman bulunmuyor, ben
de bakla ile geçistiririm kimi zaman.
-Ya... Baklanın iyi geldiğini ben de biliyorum, ne tuhaf değil mi?.. Peki!
Baklaları aldın, sonra?
-Siğilleri temiz bir bıçakla kesip kanatacaksın. Çıkan kanı, birer birer
ortasından böldüğün baklaların üzerine
süreceksin. Sonra bir çukur kazıp kanlı baklaları çukurun içine gömeceksin,
aysız, karanlık bir gecede olacak
ama bu isler. Birkaç saat sonra, ellerinde siğil miğil kalmaz... Ancak özel
duası vardır bunun!..
-Nasıl bir dua Huck?
-Baklayı çukura gömerken, söyle mırıldanacaksın: Ey baklalar baklalar / Verdim
size kanımı / Siğille dolsun
çukurlar / Alma benim canımı...
-Peki, kedi ölüsüyle siğiller nasıl geçiyor?
-Daha önce de söyledim ya sana Tom, kediyi alacaksın, gece yarısı, gömütlükte
kötülüğü ile tanınmıs bir
ölünün gidip dikileceksin basına... Tam gecenin ortasında... Basına iki, belki
de üç Seytan üsüsür bir anda... Sen
onları göremezsin ama; konusurlar, seslerini duyamazsın... Hafif bir rüzgar eser
tatlı tatlı, rüzgarın sesini
duyarsın yalnızca... Seytanlar ölüyü alıp götürürken, sen de kediyi Tom, elinden
çukura fırlatıp söyle bağırırsın;
Seytan cesedi izler / Kedi seytanı / Kediyi siğil izler... / Đliskimi kestim
sizlerle / Hepinizin canı cehenneme /
Defolun, defolun sizi yezitler!..
TOM OKULDA
Tom keyifle okula daldı. Sapkasını koridordaki askıya astı. Sınıfa girdi,
hemen yerine geçti. Dershanenin
sessizliği Tom'un içeri girmesiyle bozulmustu. Öğretmen sinirle, yerinde
doğruldu:
-Thomas Sawyer, bugün de geç kaldın, özür dilemeden yerine nasıl oturursun!..
diye sordu.
Tom bir yalana sığınmayı düsünerek ayağa kalkarken, o anda sarı bir çift saç
örgüsü gözüne çarptı. Yalan
söylemekten vazgeçti.
-Huckleberry Finn'le konusurken geç kaldım efendim... dedi!
Öğretmen bu yanıttan sasırmıstı. Öğrenciler arkadaslarının delirmis olduğunu
düsündüler:
-Hucklebery Finn ile mi konustun? Bu açıklaman beni sasırttı doğrusu... Çabuk
ceketini çıkart.
Öğretmen Tom'u bir temiz dövdü. Sonra, ceza olarak da kızların yanına oturttu.
Sınıfta herkes kıkır kıkır
gülüyordu.
Tom onlara aldırmadı. Bos bir sıranın ucuna yerlesti. Yanındaki kız
gülümsüyordu; yavasça öteye kaydı,
Tom'un kendisine baktığını görünce dilini çıkarıp sırtını döndü. Basını
çevirdiğinde önüne bir seftali konmus
olduğunu gördü. Đstemiyorum anlamında elinin tersiyle itti, Tom seftaliyi alıp
yerine koydu. Tas tahtasına,
Lütfen al, bende daha var, diye bir not yazdı. Kız yazılanı okudu, ama hiç
aldırıs etmedi. Sonra Tom tas
tahtasını gizleyerek, yeniden, bir seyler yazmaya basladı. Kız hala hiç
aldırmıyor görünüyordu, Tom yazıp
çizmeye devam etti, derken kız dayanamayarak,
-Ne yazıyorsun, bana da göstersene... diye yavasça sordu.
Tom elini kaldırdı. Bacasından kıvrıla kıvrıla dumanlar çıkan pek biçimsiz bir
ev resmi çizmisti. Kız seftaliyi
unutup bir an resme baktı sonra dostça fısıldadı:
-Çok güzel çizmissin, bir de adam çizsene...
-Ben hiç resim yapamam ki...
-Ben sana öğretirim.
-Hemen öğle tatilinde istersen. Yemeğe eve gitmeyeceksen demek istiyorum...
-Sen gitmiyorsan ben de kalırım, tabii...
-Oldu anlastık, ismin ne senin?
-Becky Thatcher, seninki ne? Sahi biliyorum, Thomas Sawyer?
-Thomas Sawyer... Đslerde bir terslik varsa beni böyle çağırırlar, ama her sey
iyi gidiyorsa ismim Tom'dur. Sen
bana Tom dersin, oldu mu?
Tom, tas tahtasını saklayarak bir seyler yapmaya basladı. Kız ne yaptığını
tekrar görmek istedi, artık arkadas
olmuslardı:
-Ne yapıyorsun, göreyim.
-Olmaz, göstermem.
-Lütfen, görmek istiyorum.
-Hayır, baskalarına söylersin sonra...
-Đnanki söylemem...
-Görmesen daha iyi olacak ama...
Kız, Tom'un elini kenara itmeye çalısıyordu, Tom önce direndi, sonra yavasça
elini çekti. Seni Seviyorum
yazılmıstı tas tahtanın üzerine. Kız Tom'un eline bir tokat attı, ama sevinçle
gülerek,
-Ne utanmaz çocuksun sen!.. diye fısıldadı. Tam bu sırada Tom, kulağında
siddetli bir acıma duydu, kulağını
bir kıskaç yukarı doğru sanki koparmak istercesine çekip sündürüyordu. Basını,
kulağını kurtarmak isteyerek
yana çekti. Öğretmenin parmaklarıydı kulağındaki kıskaçlar. Ayağa kaldırmak
istiyordu sanki kendisini, kalktı
ve çocukların yeniden baslayan gülüsmeleri arasında eski yerine götürüldü.
Öğle tatilinde Becky Thatcher'in yanına yaklastı, kulağına ivedi ivedi,
-Köseyi döndükten sonra dar yolda yürü, ben de oraya geleceğim! diye
fısıldadı.
Böylece Tom diğer arkadasları ile okuldan ayrıldı. Becky kendi arkadasları
arasındaydı; az sonra, dar yolun
ucunda bulusup tekrar okula döndüler. Herkes okula gitmisti, bahçe bombostu.
Đste yalnız kalmıslardı. Bir ağacın
altındaki sıraya yan yana oturdular. Tom kalemi Becky'ye vererek elini kavradı,
beraberce önlerindeki tas
tahtaya ilginç bir ev resmi çizdiler. Resim bitince Tom, bütün içtenliğiyle,
-Becky, daha önce hiç nisanlandın mı?
-Hayır, o da ne demek?
-Ne demek mi? Yani evlenmek için nisanlanmak canım?
-Hayır.
-Peki, ister misin?
-Bilmem, nasıl olur acaba?
-Nasıl bir sey mi? Bir oğlana, onu sevdiğini, herkesten çok sevdiğini
söylersin, olur biter. Hepsi bu kadar...
Yani herkes böyle yapıyor iste...
-Herkes mi? Herkes dediğin kim?
-Tabii, haydi, sen de beni sevdiğini söyle, olup bitsin canım, böylece
nisanlanmıs oluruz. Bak iste, ben sana
söylüyorum: Seni seviyorum.
Becky birkaç saniye düsündü. Direnir gibi oldu önce, sonra çok yavasça,
-Basını öbür tarafa çevir! diye fısıldadı. Tom basını çevirdi.
-Dur, dur!... Önce bunu kimseye söylemeyeceğine söz ver...
-Peki, hiç kimseye söylemem, söz...
Tom basını çevirdi, Becky dudaklarını Tom'un kulağına yanastırarak fısıldar
gibi bir sesle söyle dedi:
-Seni seviyorum...
Sonra, telasla yerinden fırladı, sıraların arasında kostu, bir köseye
büzülerek yüzünü önlüğünün eteğiyle
sakladı. Ona yetisen Tom, boynuna sarıldı:
-Becky, neden kaçıyorsun, seninle nisanlandık iste, baska yapacak bir sey
kalmadı ki...
Önlüğünü tutan elini asağı çekip eteğini düzeltti. Becky kıpkırmızı olmustu.
-Peki, bitti iste, nisanlandık. Artık baskasını sevemez, baskasıyla
evlenemezsin, tamam mı?
-Tamam, ne senden baskasını severim ne de senden baskasıyla evlenirim...
-Daha baska?
-Okula gidip gelirken, kimse görmeyecekse hep beraber olacağız. Balolarda
birlikte dans edeceğiz, çünkü
nisanlılar öyle yaparlar.
-Bu çok hos, bu sözleri daha önce hiç duymamıstım.
-Oh, çok eğlencelidir nisanlanmak... Hatta ben ve Amy Lawrence...
-Ah, Tom, demek daha önce nisanlandın?
-Evet ama, o artık beni ilgilendirmiyor.
Tom boynuna sarılmaya çalıstı, Becky onu itti. Dokunursa ağlayacakmıs gibi
oluyordu. Tom üzüldü, hemen
cebinden bir perde halkası çıkarıp uzattı Becky'ye:
-Al, bak bunu sana veriyorum.
Becky halkayı öfkeyle kapıp yere fırlattı. Buna çok bozulan Tom'un gururu fena
halde kırılmıstı. Hızla arkasına
döndü, bahçeyi geçti. Dısarı çıktı. Kırlara doğru yürüdü. O gün, bir daha
dönmemek üzere okulu astı.
Az sonra Becky, Tom'un arkasından kostu, kostu... Ama kimseyi göremedi, Tom
gözden kaybolmustu.
YEMĐN
Tom ve Sid o gece, saat dokuz buçukta odalarına çıktılar. Dislerini
fırçaladılar. Yatar yatmaz Sid uyuyuverdi.
Tom uyanıktı, tam uykuya dalıyordu ki saat on biri vurdu ve aynı anda dısarıda
miyavlama yükseldi. Bir pencere
açıldı, birisi Defol, pis kedi! diye bağırdı, odunluğun arkasına atılan bos bir
sisenin gürültüsü Tom'u iyice
uyandırmaya yetti. Yatağından fırladı, ivedi ivedi ğiyindi; pencereden atladı.
Yerde dört ayak üzerinde sürünerek
ilerlerken etrafa göz gezdirdi. Kedi gibi bir iki kez miyavladı. Sonra odunluğun
damından yere atladı.
Huckleberry Finn, kucağında kedisiyle Tom'u bekliyordu. Kosar adımlarla
karanlıkta kayboldular. Yarım saat
sonra, mezarlıktaki uzun otların arasındaydılar.
Kasabanın hemen çıkısında küçük bir tepenin üzerindeki gömütlük yer yer kopmus
tahta parmaklıklarla
çevrilmisti. Ağaçların arasında yürürlerken, esen hafif rüzgarla ürperdiler.
Biraz daha yürüdüler. Bir ağaç
kümesinin altına oturdular.
Tom korkuyordu. Çevrenin sessizliğini bozmak için, konusma gereğini duydu.
Kısık bir sesle sordu:
-Bu ölüler onları rahatsız ettiğimiz için bize kızar mı Huck?
Disleri birbirine çarpan, dizleri titreyen Huckleberry Finn,
-Bilemem ki, diye kekeledi.
Bir ara sessizlikten sonra, Tom sorusunu yineledi:
-Đhtiyar Williams bizi duyar mı sence?
-Belki, bilemem ki Tom...
Çevreye göz gezdiren Huckleberry Finn, ihtiyar Williams'ı hemen yanı basında
hissediyordu. Korkusunu belli
etmemeye çalısarak arkadasına döndü:
-Rüzgar da hızlandı mı ne? Ağaçlar da nasıl uğulduyor böyle?
Tom ölü kediye dokunmak istemiyordu, oturduğu yerde iyice büzüldü.
-Bilmiyorum, bilmiyorum dedim ya...
-Keske buraya gelmeseydik.
Tom arkadasını yüreklendirmek istedi:
-Neden korkuyorsun Huck? diye kekeledi. Bu ölülerle bizim ne alısverisimiz
var? Surada, kendi halimizde
oturuyoruz, hiçbir sey yapmadan... Fazla kıpırdamazsak, onları kızdırmayız.
Huck, parmağını dudaklarına götürerek susmasını isaret etti. Đkisi de
soluklarını tutarak beklemeye basladılar.
Gömütlüğün alt ucundan bazı konusmalar ve ayak sesleri geliyordu.
Tom,
-Suraya bak Huck! diye fısıldadı, gördün mü ısığı? Bize yaklasıyor, nedir bu?
-Sapsallık etme, ne ısığı... Ben bir sey görmüyorum.
Üç gölge, onlara doğru yaklasıyordu. Elinde öflez fenerli bir adam solgun sarı
bir ısığı ağaçların arasında
dolastırıyordu.
Huck, bir ara bayılacak gibi oldu:
-Bunlar da kim? diye sordu, inler gibi bir sesle. Gözlerini gittikçe yaklasan
gölgelerden ayıramayan Tom,
arkadası gibi kendisini de yüreklendirmeye çalısan bir sesle fısıldadı:
-Kim olursa olsun, yere uzanıp hiç ses etmezsek, bizi görmeden geçip giderler.
Birden Tom'un bileğine yapıstı Huck. Boğuk ve heyecanlı bir sesle,
-Tamam, dedi, birisini tanıdım, su adam Muff Potter...
-Saçmalama Huck.
-Đnan, o diyorum sana... Sesinden tanıdım! Sakın kıpırdama, bizi görmesinler.
Herif her zamanki gibi yine
sarhos olmalı.
-Bak, durdular!.. Hey, ben de ötekini tanıdım, Kızılderili Joe bu...
-Evet, evet. Đyi ama gece yarısı ne isleri var burada?
Đkisi de sustu, adamlar çok yakınlarına gelmislerdi. Bilemedikleri üçüncü bir
adam elindeki feneri yukarı
kaldırdı:
-Tamam, iste burası! diye bağırdı.
Fenerin öflez ısığında adamın yüzünü gördüler. Bu, kasabanın genç doktoru
Robinson'du. Kızılderili Joe ve
Potter, ellerindeki sedyeyi yere bıraktılar. Sedye üzerindeki kazma ile küreği
alıp taze yaprak yığınıyla örtülmüs
gömütü kazmaya basladılar. Doktor, alçak bir sesle,
-Daha çabuk olmalısınız çocuklar! dedi. Ay yükselmek üzere...
Adamlar, büyük bir hızla islerini sürdürüyorlardı. Küreklerin gürültüsü
rüzgarın sesini bastırmıstı. Az sonra
kazmadan tok sesler çıktı. Tahtaya değmisti. Tabutu bulmuslardı. Doktor
sedyedeki ipi alıp uzattı. Tabutu yukarı
çektiler. Kürekle tabutun kapağını kaldırıp içindeki ölüyü sedyeye
yerlestirdiler. Üzerini battaniye ile örtüp, iple
sımsıkı bağladılar. Đsler bitmisti. Kızılderili Joe eli belinde güçlükle
doğrularak doktora döndü:
-Đs tamam... dedi. Bes dolar daha uçlan bakalım. Yoksa, ölü ortada kalır.
Doktor,
-Bu da ne demek? Pesin pesin aldınız ya paranızı? Bes dolar daha niçin
uçlanacakmısım?
Yüzünde zehir gibi acı bir gülümseme ile Joe doktora yaklastı. Sert, katı bir
sesle,
-Evet, dedi, paramızı ödedin. Bes yıl öncesini düsün bakalım. Açlıktan ölmek
üzereydim. Biraz yiyecek
istemek için kapınıza gelmistim, babana beni nasıl kovdurduğunu anımsadın mı? O
günü hiç unutmadım ben. Su
bes doları hemen vereceksin! Çünkü simdi de sen bana muhtaçsın, hadi uzatma, ver
parayı, bitirelim isini...
Yumruğunu kaldırıp doktora vurmaya basladı; ama doktor hızla dönüp bir yumruk
attı. Joe'yu yere devirdi. Bu
kez, Potter bıçağını çekip doktorun üzerine atıldı.
-Sakın ona bir kez daha vurma! diye bağırdı. Doktorun üzerine atladı. Yerde
yuvarlanıyorlardı. Kıran kırana
bir boğusma basladı. Kızılderili Joe kendine gelip ayağa fırladı, Potter'in
bıçağını yerden kaparak onların
çevresinde dolanmaya basladı.
Doktor daha çevik davranarak bu saldırıyı savusturdu. Gömütün önüne dayalı
kocaman tahtayı kapıp Potter'in
basına indirdi. Adam baygın yere yuvarlandı. Aynı anda Joe da, elindeki bıçağı
doktorun göğsüne sapladı. Đste o
sırada, bulutlar, yavas yavas yükselmekte olan ayı bir anda kapattı. Ortalık
kapkara kesildi. Ay ortaya çıktığında
yerde iki adam yatıyordu. Kızılderili Joe elinde bıçakla ayakta idi. Doktor
inliyor, bir seyler mırıldanıyordu. Bir
iki kez derin derin soludu. Bası yana kaydı. Çırpınması durdu. Ölmüstü. Joe,
-Tamam, bu is de bitti... diye mırıldandı. Eğildi, doktorun ceplerini
karıstırmaya basladı. Doktordan
asırdıklarıyla ceplerini doldurdu. Kanlı bıçağı yerde hala baygın yatan
Potter'in eline yerlestirdi. Az sonra Potter
inleyerek doğruldu. Elindeki bıçağa saskın saskın baktı. Sonra aynı saskınlıkla
etrafına göz gezdirdi. Joe'ye
dönerek
-Ne oldu Joe? diye sordu. Omuzlarını kaldırarak yanıtladı Joe:
-Tatsız bir is... Neden bıçak kullandın?
-Bir sey yapmadım ki ben...
-Elinde bu bıçakla böyle konusarak kurtulamazsın. Potter'in rengi uçtu birden,
bağırmaya basladı:
-Ne zaman yaptım bu isi? Kimseyi bıçaklamak istemedim ki ben? Ne zaman oldu
bu, söylesene Joe! ..
-Kıyasıya dövüstüğünüz bir anda, bir ara doktor senden kurtulunca gömüt
tümseğine dayalı tahtayı kaptığı gibi
basına indirdi. Sen kendini kaybedip yere düstün, iste o an, sen de bu bıçakla
fırlayıp adama sapladın. O da sana,
tahtayla tekrar vurunca sen bayıldın. Đste hepsi bu... Simdi de ayaktasın...
-Ne yaptığımı anımsayamıyorum simdi. Ne olacak peki, hiç bilemiyorum. Ölmek
istiyorum. Bugüne değin
bıçakla hiç isim olmamıstı. Bana bak Joe, ben seni hep korudum. Bu olaydan
kimseye söz etmeyeceksin, tamam
mı?
-Tamam, kimseye bir sey söylemeyeceğim, korkma, bana yaptığın iyilikleri
unutur muyum; kimseye
söylemem, söz...
-Sağ ol Joe, bu arkadaslığını unutmayacağım. Joe, iyice yükselmis olan aya
baktı. Arkadasının sırtına vurdu
yavasça,
-Haydi, bırak su geveziliği, bu kadarı yeter... Sıvısalım, sen su yana, ben bu
yana... Hemen toz olmalıyız...
Haydi bakalım, iz miz bırakmayalım ortalıkta...
Tom ve Huck köye doğru solukları tıkanırcasına kosuyorlardı. Tom,
-Çok yoruldum, bir yerlerde düsüp gebermeden eski tabakhaneye bir
ulasabilsek... Daha kosacak güç kalmadı,
bende!.. diye söylendi. Huck sesini çıkarmadı, o da bir an önce buradan
uzaklasmak istiyordu. Sonunda
tabakhaneye gelebildiler. Açık kapıdan içeri dalıp bitkin bir halde yere
yığıldılar. Bir süre yatıp solumalarının
düzelmesini beklediler.
-Huck, bu isin sonunu düsünebiliyor musun?
-Dr. Robinson ölürse kötü olur, bu isin sonu darağacıdır bence.
-Ya!.
-El bette, ya ! . .
-Huck, kimseye bir sey söylememeliyiz.
-Evet, söyleme sakın Tom. Yoksa su Joe denilen canavar ikimizi de öldürür. Gel
simdi burada yemin edelim.
Bu sırrı saklamak için ikimiz de yemin etmeliyiz.
-Tamam. Peki, yemini nasıl edeceğiz? Elele tutusaraktan mı? Yeterli mi bu
sence?
-Yok, yok, hayır, öyle olmaz. Senin dediğin küçük isler için geçerli, büyük
islerin yemini yazmakla olur...
Đmza da kanımızla atılmalı...
Tom, arkadasının sözlerini olumlu buldu. Ay ısığının yardımıyla bulduğu temiz
bir tahta parçasını aldı.
Cebinden çıkardığı küçük bir kırmızı kalemle üzerine üç bes satır yazdı: Hucky
Finn ve Tom Sawyer bu
gecenin olayları konusunda hiç konusmayacaklarına and içerler. Bu olay,
aralarında bir giz olarak kalacaktır.
Konusmaktansa ölmeyi yeğ tutarlar.
Huck, Tom'un biçimsiz yazısına hayran hayran baktı. Tom kalemi bırakıp
cebindeki çakısını çıkardı, ucunu
açtı. Đkisi de sivri ucu basparmaklarına batırdılar. Sonra Tom diğer eliyle
delinmis parmağını sıktı, çıkan kana
serçe parmağını batırdı. Tahtanın üzerine isminin ilk harflerini yazdı.
Huckleberry'ye H ve F harflerinin
yazılısını gösterdi. Yemin isi bitmisti. Tahta parçasını kazdıkları küçük çukura
gömdüler.
Tom pencereden yatak odasına sessizce girdiğinde Sid hafifçe kıpırdandı. Hala
uyuyordu. Sabah olmak
üzereydi; hemen soyundu. Yatağına uzanır uzanmaz da, uykuya daldı.
Öldürülmüs olan adam doktor Robinson'du. Hemen yanı basında bir bıçak
bulunmustu ve bu Muff Potter'indi.
Öğle olmak üzereyken tüm kasabayı bu önemli haber sarmıstı. Kulaktan kulağa
ağızdan ağıza yayılan haberin
herkes o kadar etkisindeydi ki müdür bile o günün öğleden sonrası için okulu
kapattı. Tüm kasaba halkı
gömütlüğe kosuyordu, Tom da kalabalığa karısıp yola koyuldu. Aslında gitmek
istemiyordu; sanki bir mıknatıs
onu oraya çekiyordu. Gömütlüğe gelince, kalabalığın arasından yavasça sıyrıldı.
O sırada bir elin koluna
yapıstığını hissetti, döndü. Huckleberry Finn'di. Konusmadan, bakıstılar. Tom
kalabalığın arasında Kızılderili
Joe'yu görerek ürperdi. O da oradaydı. Birden bir uğultu ile kalabalık
dalgalandı:
-Đste, geliyor...
-Evet o... Muff Potter.
-Serifle beraber geliyorlar. Yakalanmıs. Kalabalık kenara doğru çekilerek
gelenlere yol verdi. Muff Potter'in
yüzü solmustu, ürkek bakıslarla kalabalığa bakıyordu. Yerdeki cesedin önüne
gelince elleriyle yüzünü kapattı.
Serif kanlı bıçağı yüzüne doğru uzatarak sordu:
-Söyle, bu bıçak senin mi?
Potter yavasça basını kaldırdı, umutsuz, umarsız, ne yapacağını sasırmıs bir
halde bakındı. Kızılderili Joe'yu
gördü:
-Joe, hani bana söz vermistin... diye seslendi. Kollarından tutmasalar Potter
külçe gibi yere yığılacaktı.
Yeniden umarsız umarsız bakındı ve yenilgiyi kabullenmis olarak seslendi:
-Anlat Joe, neler olduğunu anlat. Artık susmanın anlamı yok...
Huckleberry Finn ve Tom, Joe'nun anlattıklarını oldukları yerden
duyabiliyorlardı. Sıra cesedin kaldırılısına
gelmisti. Joe hiç etkilenmise benzemiyordu. Hatta cesedin arabaya tasınmasına
yardım bile etti.
Bir hafta boyunca Tom olayın etkisinden kurtulamadı. Bu korkunç giz, onu
rahatsız ediyordu. Bir sabah
kahvaltılarını yaparlarken Sid,
-Tom, diye sordu, her gece yatağında debeleniyorsun, neden? Uykunda konusup
durduğun için beni de
uyutmuyorsun.
Tom yanıt vermedi. Önüne bakmakla yetindi. Bu kez Polly Teyze konustu:
-Bu kötü bir belirti, yine ne yaramazlıklar tasarlıyorsun bakalım?
-Đnanın, hiçbir sey teyzeciğim...
-Fakat Tom, hep aynı seyleri söylüyorsun: Bana iskence yapmayın, bırakın simdi
anlatacağım!.. diyorsun.
Sana kim iskence yapıyor? Anlatacakların ne? Neden her gece aynı seyleri
söylüyorsun?
Bu sorular Tom'u iyice terletmisti. Elleri titremeye basladı, sütün bir
kısmını masaya döktü. Tom her seyin
bittiğini sanıp kendisini sıkan gizini söyleyeceği sırada Polly Teyze yardımına
yetisti.
-Doğal! Benim bile rüyalarıma giriyor o korkunç öldürü. Senin sayıklama
nedenin de budur kuskusuz...
Tom kurtulmustu, kahvaltısını hızla bitirip odadan çıktı ve okulun yolunu tuttu.
Cezaevi, kasabanın kenarına kurulmustu. Derme çatma, eski bir tas yapıydı ve
tek tutuklusu da Potter'di.
Tom bir süredir cezaevinin küçücük penceresine yaklasıyor ve Potter'e eline
geçirebildiklerini armağan olarak
bırakıyordu.
Fakat yine de sayıklamaları bitmiyordu. Bildiği doğruyu kimseye söyleyemediği
için rahatsızdı.
O günlerde Tom'un gizli acılarına bir baskası daha eklendi. Becky Thatcher
hastaydı. Okula gelmiyordu. Artık
ne o kıyasıya savaslar, ne de korsanlık oyunları onu ilgilendirmiyordu. Yasam
gücü kalmamıstı, canı gülmek bile
istemiyordu.
Tom'un son günlerde giderek artan durgunluğunu gözleyen Polly Teyze
üzülüyordu. Duyduğu bildiği ilaçları
Tom'a veriyordu; ama durum hiç değismiyordu.
Polly Teyze, ayrıca, bütün sağlık gazetelerini almaya basladı. Her yeni çıkan
ilacın Tom'a iyi gelebileceğini
düsünüyordu.
Bir gün, yeni bir yöntem denemeye karar verdi. Su ile iyilestirecekti Tom'u.
Onu her sabah erkenden kaldırıyor,
önce bir bardak soğuk su içiriyordu. Sonra banyoya sokuyor, iyice yıkayıp tüm
vücudunu havlularla
ovusturuyordu. En son Tom'u ıslak bir çarsafa sarıp bir köseye oturtturuyor,
üzerine birkaç battaniye örterek
iyice terletiyordu.
Bunlardan gittikçe sıkılan Tom, hiç konusmaz olmustu. Sessiz ve dalgındı. Bu
kez Polly Teyze duyduğu yeni
bir ağrı kesiciden hemen birkaç sise aldı. Ama Tom artık bunlardan kurtulmak
istiyordu. Bir yol buldu.
Teyzesinin aldığı yeni bir surubu döseme aralığından asağı akıtıverdi.
Bir gün Tom, yine ilacı asağı dökerken teyzesinin kedisi Peter geldi, ilaç
sisesiyle oynamak istedi. Tom kediyi
iterek,
-Çekil Peter! diye bağırdı. Tadını bilmediğin seyi benden isteme!
Kedi yeniden siseye uzanınca, Tom da onu yakalayıp ilacı ağzına bosalttı.
-Al bakalım, sen istedin, ben verdim.
Zavallı kedi ne olduğunu anlayamadı. Đki metre havaya sıçradı. Bir yandan da
acı acı miyavlıyordu. Oraya
buraya fırlayarak esyaları devirdi. Vazoları kırdı. Gürültüye kosan Polly Teyze
kediyi odanın ortasında
tepinirken gördü.
Ne olduğunu anlayamadı Polly Teyze, Tom'a saskın saskın bakarken Peter
yerinden fırlayıp pencereden kaçtı.
Polly Teyze, sevgili kedisi Peter için bağırıyordu. -Ne oluyor burada? Ne oldu
bu kediye böyle?
-Bilmiyorum teyzeciğim...
-Hiç böyle delirdiğini görmemistim. Durup dururken ne olmus zavallıya?
-Ben de bilmiyorum. Ama kediler çok sevinince böyle olurlarmıs.
-Ne sevinmesi? Ne demek istiyorsun?
Eğildi, yerden ilacı kasığı aldı, sorusunu yineledi:
-Yoksa ona bir sey mi verdin?
Kasığı Tom'un burnuna doğru yaklastırmıstı, Tom sıkılarak gözlerini yere
indirdi. Bir el kulağına yapıstı, öbür
elinse yüzüğü kafasında tınladı.
-Bu zavallı kediden ne istiyorsun?
-Onun için üzülüyorum teyzeciğim...
-Niçin üzülüyormussun bakayım?
-Çünkü ilaç veren bir teyzesi yok.
-Ne demek istiyorsun?
-Bir teyzesi olsaydı, ilacını verir, ona bir insan gibi bakardı.
Polly Teyze birden üzüldü, Tom'a çok fazla ilaç vermisti. Tom'un basını
sevecenlikle oksadı:
-Senin iyi olmanı istedim, yine de yanıldığımı sanmıyorum, çünkü bak, ilaçlar
sana iyi geldi.
Tom son günlerde hep erken geliyordu okula. Oyunlara eskisi gibi katılmıyor,
bir kenarda, arka
Tarih: 2020-06-02 21:21:55 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
MARK TWAIN - TOM SAWYER Nedir
-Tom!
Ses yok.
-Tom!
Ses yok.
-Nereye kayboldu gene bu çocuk? Gene yanıt yok. Yaslı kadın gözlüğünü burnunun
üstüne indirdi. Çevresine
bakındı. Đçini gururla dolduran bu görkemli gözlükle hiçbir seyi doğru dürüst
seçemezdi. Yalnızca süs için
takılan bir gözlüktü bu.
-Hangi cehenneme kayboldu yine? Bir elime geçirirsem! diye mırıldandı.
Elindeki süpürgeyi odanın içinde savurdu, bu karyolanın altında uyuklayan
kedinin hızla dısarı kaçmasına
neden oldu. Su çocuğun bir ise yaradığını görmedim, diyerek açık kapıdan
dısarıya çıktı; yaban otların ve
domateslerin aralarına baktı. Sesini yükselterek bağırdı:
-Tom! Tom!
Aniden bir ses duydu ve arkasına dönerek kaçmakta olan Tom'u ceketinin ucundan
yakaladı.
-Dolapta olacağın aklıma gelmemisti, orada yine neler karıstırıyordun?
-Hiç teyze!
-Hiç ne demek? Su ellerine, ağzına bak. Ne karıstırdın?
-Bilmiyorum.
-Ben biliyorum ama, istersen söyleyeyim. Reçel değil mi? O reçele dokunma diye
kırk kez söyledim, ver su
sopayı!
Kadın, eline sopayı alıp havaya kaldırdı. Tehlike çok yakındı, Tom'un da bunu
bir an önce düsünmesi
gerekliydi.
-Aman teyze, arkana bak.
Yaslı kadın arkasına bakmak için eteklerini toplayıp hızla döndü. Bunu fırsat
bilen Tom da dısarıya fırladı.
Tahta perdeye tırmandı, öbür yana atladı. Teyzesi Polly saskın bir halde
kalakaldı ve sonra gülmeye basladı:
-Seni gidi yaramaz seytan. Bas edemeyeceğim kadar kurnazsın. Kurt kocayınca
köpeklerin maskarası olur.
Aslında onu cezalandırmak istemiyorum, ama bütün yaramazlıklarını da hosgöremem.
Belki bugün okula
gitmez. Gitmezse cezalandırmalıyım. Yarın bütün gün çalıstırarak okuldan
kaçmanın ne demek olduğunu ona
öğreteceğim. Zavallı kız kardesimin oğlu.
Tom okula gitmedi. Bütün öğleden sonra çok da güzel eğlendi. Eve geldiğinde
saat enikonu ilerlemisti. Fakat
aksama daha çok vardı. Hizmetçi çocuk Jim, odun kesiyor, Tom'un kardesi Sid de
etrafa saçılan parçaları
topluyordu. Sid basını belaya sokmak istemeyen sakin yaradılıslı bir çocuktu,
macerayı sevmezdi. Tom da onlara
yardım etti. Birkaç dakika sonra odunlar yanmaya hazırdı, içeriye tasıdılar. Tom
fırsatını bulunca her zamanki
gibi seker asırmaya basladı. Teyzesi bunu görmedi, Tom'a birçok soru sormaya
basladı. Aklı sıra bu kurnazca
sorularla Tom'un bugün neler çevirdiğini öğrenecekti. Fakat Tom, teyzesinin bu
planını önceden sezmisti.
-Okul bugün sıcak mıydı Tom?
-Evet teyze.
-Çok mu sıcaktı?
-E, e -evet.
-Yüzmeyi hiç düsünmedin mi ırmak boyunda? Bu son soru Tom'da hafif bir kusku
ve korku uyandırdı.
Tehlikenin yaklastığını hissetti. Bir yanlıslık yapmamak için teyzesinin yüzüne
baktı; fakat bir sey anlayamadı.
-Hayır teyzeciğim, fazla değil.
-Yüzüp serinlemek istemedin mi?
Yaslı kadın genellikle Tom'un iki yakasını birbirine diker, böylece onun
soyunup suya girmesini önlerdi.
Tom'un gömleği gerçekten kuruydu, onun için teyzesi yakasına bakmak gereğini
duydu.
-Ceketini aç Tom, aç da yakanı göreyim.
Tom ceketini açtı. Gömleğinin yakaları birbirine dikiliydi.
-Yüzmeye gittiğini düsünmüstüm, dedi. Fakat sen iyi bir çocuksun. Bu kez söz
dinlemise benzersin, afferin
sana!
-Birkaç arkadas basımıza su döktük. Bakın bu yüzden saçlarım hala ıslak.
-Sen de gömleğinin yakasını böylece çıkarmak gereğini duymadın. Ben de okuldan
kaçarak, yüzmeye gittiğini
sanmıstım.
Tom fırtınanın geçtiğine iyice inanırken Sid söze karıstı:
-Fakat teyzeciğim, siz onun yakasını beyaz iplikle dikip kapatmıstınız. Oysa
simdi yakası siyah iplikle dikili.
-Evet Tom. Senin yakanı beyaz iplikle dikmistim, ah seni... Tom bir sıçrayısta
kapının yanına fırladı ve dısarı
kaçarken,
-Sid, cezanı çekeceksin! tehdidini savurdu.
Tom kendini güvenlikte hissedince yakasını inceledi ve gerçekten de siyah
iplikli olduğunu gözleriyle gördü.
Kardesi Sidney'den elbette bir gün, kendisini ele veren zamansız bosboğazlığının
hesabını soracaktı.
Đki dakika sonra, geçenleri unutmustu bile. Yazları karanlık geç oluyordu.
Sehrin örnek bir çocuğu sayılmazdı, böyle olmaya da pek istekli değildi. Yeni
bir ıslık biçimi öğrenmisti. Kus
gibi ses çıkaran özel bir yöntemdi bu. Dille damak arasında cıvıl cıvıl bir ses
çıkıyor ve özel yeteneği Tom'a
mutluluk ve gurur veriyordu. Çocukluğunda bunları yapan herkes bu emsalsiz keyfi
yasamıstır. Tom tekrar
sakrarken iyi giyimli, kendi yasında bir çocukla karsılastı. Son moda bir
sapkası, iyi bir terzi elinden çıktığı belli
olan mavi elbisesi, bol renkli bir kravatı ve pırıl pırıl cilalı ayakkabıları
vardı. Bu içinde bulundukları Saint
Petersbourg'a göre ancak özel bir günün giysileriydi ve Tom kendi pasaklı üstü
basıyla çok farklı bu durum için
bayağı bozulmustu. Bu yüzden çocuğa çıkıstı:
-Sana simdi bir dayak atarsam.
-Bir dene, görmek isterim.
-Bana sıkıntı, azap veriyorsun.
-Azıcık görelim, dedim...
-Ya, simdi görürsün...
-Hodri meydan!.. Asıl sen göreceksin.
Gerginlik dolu bir sessizlik oldu. Sonra Tom sordu:
-Sen kimsin?
-Seni ilgilendirmez, kimse kimim, sana ne?
-Simdi görürsün, sana neyi!..
-Bir kelime daha söylersen...
-Al iste bir kelime, iki kelime, üç kelime... Hadi bakalım!
-Alay etme, istersem seni tek elimle yere vururum.
-Söylediklerini yapamazsın.
-Devam edersen, yapar mıyım, yapmaz mıyım görürsün...
-Hadi ordan sen de! Su sapkaya bak, su sapkaya...
-Hele bir elini sür de gör. Senin alnını karıslarım.
-Yalancı!
-Sensin yalancı!
-Sen iki defa yalancısın, tamam mı?
-Kolla kendini!
-Susmazsan tası kafana yersin!
-Ne diyorsun sen be!
-Hep vuracağını söylüyorsun ama, bir sey yapamıyorsun. Korkuyor musun?
-Hayır, korkmuyorum iste...
-Korkuyorsun; korkuyorsun...
Yeniden sustular, bakıslarıyla birbirlerini süzdüler. Omuz omuza geldiler.
Tom karsılık verdi.
-Defol!!
-Sen defol!
-Ben gidici değilim...
-Ben de!..
-Üff canımı sıkıyorsun!..
-Patla!
Đkisi de dikilmis, birbirlerini itmeye çalısıyorlardı. Fakat iki ordu da
birbirlerine üstünlük kuramıyorlardı. Uzun
bir çatısmadan sonra, ikisi de kıpkırmızı kesilmis, bir süre dinlenmek zorunda
kalmıslardı. Aniden Tom atıldı:
-Sen korkak züppenin birisin. Ağabeyime söylersem seni küçük parmağıyla ezer.
-Ağabeyin kaç yazarmıs? Benim seninkinden daha güçlü bir ağabeyim var. Seni
tuttuğu gibi su çitin üzerinden
atar.
Aslında ikisinin de ağabeyi yoktu!
-Yalancı!
-Yalanların uzun sürmeyecek!
Tom ayağıyla yere bir çizgi çizdi, sonra da,
-Bu çizgiyi bir adım geçersen seni öyle bir döverim ki bir daha ayağa
kalkamazsın dedi.
Yabancı çocuk aniden çizgiyi geçti. Az sonra, iki düsman, çamurun içinde
boğusuyordu. Birbirlerini ısırıyor,
saçlarını çekiyor, yüzlerini, gözlerini tırmalıyorlardı. Kim bilir, kaç yumruk
atmıslardı? Ağızları, burunları kan,
üst basları toz toprak içerisindeydi. Kavga bir süre böyle sürdü. Sonunda Tom
çocuğun üstüne çıktı. Onu iyice
yumrukladıktan sonra bağırdı:
-Yeter mi ha? Söyle yeter mi?
Çocuk kurtulmak için çırpınıyordu. Bunun üzerine Tom birkaç yumruk daha
savurdu ve sorusunu yineledi:
-Pes mi?
Çocuk can havliyle bağırdı:
-Pes!
Tom çocuğu bıraktıktan sonra kabadayı bir tavır takınarak:
-Bu sana ders olsun, bir daha, adamına göre davran, tamam mı? Çocuk yerden
doğruldu, giysilerinin tozlarını
silkeledi, Tom'a öfkeyle bir göz atıp uzaklasırken basını salladı:
-Gelecek sefer hesaplasırız.
Tom yanıt yerine yüksek sesle güldü. Sisinerek yürümeye basladı. Đki adım
atmıstı ki sırtına çarpan bir tasla
sarsıldı. Arkasına döndüğünde çocuk tabana kuvvet kaçıyordu. Tom aynı hızla
çocuğu kovaladı; ama çocuk
çoktan eve girmisti. Tom, bir süre çitin kenarında bekledi. Yabancı çocuk
pencereden dilini çıkarıyordu. Az sonra
çocuğun annesi çıkıp Tom'a söylenmeye basladı. Kadın büyük bir sopayla Tom'un
üzerine yürüyünce Tom
oradan uzaklastı.
Tom geç döndü. Pencereden eve sessizce girdi. Fakat Polly Teyzenin tuzağına
düstü. Yaslı kadın Tom'un
üstünü basını görünce ertesi gün aman vermeden çalıstırma kararı aldı. Tom'un
sansına ertesi gün tatildi.
KURNAZ BOYACI
Yaz, bütün sıcaklığı ve güzelliğiyle yöreyi sarmıstı. Cumartesi sabahı pırıl
pırıldı gökyüzü. Đnsanın yasamına
mutluluk katıyor, kalplerden gelen ezgiler dudaklardan coskuyla dökülüyordu.
Çiçeklerden havaya tatlı kokular
yayılıyordu. Herkes mutluydu, sevinçliydi bir kisi dısında. O mutsuz olan çocuk
da Tom Sawyer'di. Tom bir
elinde kireç dolu kova, bir elinde fırça, tahtaperdenin önüne geldi.
Tahtaperdeye bezgin bezgin baktı: En az otuz
metre uzunlukta, üç metre yükseklikte kocaman bir seydi. Yasam Tom için zordu,
çok zor... Đçinden böyle
düsünüyordu.
Söylenerek fırçayı kirece daldırdı. Üst bölüme, söyle bir sürdü. Đkinci
sürüsten sonra is, gözünde daha da
büyüdü. Bir kütüğün üzerine gelip oturdu. O anda, elinde su kovasıyla Jim'i
gördü. Simdiye dek pompa ile
kuyudan su çekip tasımak Tom'un gözünde büyük bir isti. Simdiyse Tom, bu ise
dünden razıydı. Üstelik neden,
su getirmek de olsa, isin içinde kasabaya gitmek vardı. Hem, tulumba basında kız
erkek tüm çocuklarla
beraberken zaman daha kolay geçerdi. Tom söze basladı:
-Dinle Jim, eğer sen badanayı yaparsan ben de suyu tasırım, tamam mı?
Jim basını salladı, olmaz anlamında:
-Hayır Bay Tom, bunu yapamam. Hanımım beni kovar, dayaktan öldürür beni.
-O mu? O hiç kimseyi incitmez ki... Kafana bir fiske bile vurmaz. Vursa da
hafifçe dokunur. Bağırır, çağırır!
Hem sana cam bir bilya vereceğim. Gıcır gıcır yeni... Parlak! Bembeyaz cam bilya
Jim, çok güzel.
-Beyaz cam bilya! Harika! Ama Bay Tom, hanımımdan çok korkuyorum...
Tom bilyayı cebinden çıkardı. Jim kovayı yere koydu, bilyayı aldı. Zavallı Jim
arkasındaki Polly Teyzeye
dikkat etmemisti. Kadın elinde ayakkabısını tutuyordu ve ayakkabıyı öyle bir
indirdi ki, Jim kovayı kaptığı gibi
su tulumbasının yolunu tuttu. Tom, tahtaperdeyi hızlı hızlı boyamaya basladı.
Bir süre sonra Tom, boya fırçasını, boya kutusunun içine koydu, boyama isini
durdurdu. Canı sıkkındı,
arkadaslarıyla oyuna gidemeyeceğini anlayınca üzülmüstü. Arkadasları az sonra
gelince, onun böyle çalıstığını
görüp alay edeceklerdi onunla. Üzüntüsü daha da arttı.
Aniden kafasında parlak bir düsünce belirdi. Doğrusu akıllıca bir düsünceydi.
Fırçayı eline aldı, boya kutusuna
daldırıp çıkardı ve fırçayı sürmeye basladı.
Aradan kısa bir zaman geçmisti ki, sokağın basında Ben Rogers gözüktü. Tom
onun kendisiyle alay etmesinden
korkuyordu. Bir yandan da, Ben'in gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Çocuk
hoplayıp zıplayarak sarkılar
söylüyordu. Tom'un yanına gelince vapur taklidi yapmaya basladı. Oysa Tom onu
hiç görmemis gibi komutlar
veriyor, gemiciler gibi çanlar çalıyordu. Hareketleri Büyük Missouri gemisini
anımsatıyordu.
-Dur. Drelin din din. Sürati azaltın, iskeleye yanasıyoruz. Ben, el kol
hareketleriyle bir o yana bir bu yana
sallanarak iskele dediği kaldırıma yanastı.
-Makineler sancak tarafına, tam yol ileri! Drelin din din! Ch -ch -chou -ou -
ou!..
Tom vapurla hiç ilgilenmedi. Elinde fırça, coskuyla sürüyordu boyasını. Ben,
bir an gözlerini ona dikti, sonra:
-Tom ne yapıyorsun? Kocamıs insanlar gibi elinde fırça, çalısıyorsun.
Tom karsılık vermedi. Tahtaperdenin baska bir yerini boyamaya basladı. Daha
sonra, birkaç adım geriledi. Bir
ressam gibi, birkaç adım gerileyip, eserine uzaktan baktı. Son bir çizgi
çektikten sonra fırçayı yine kovaya
daldırdı. Ben bağırdı:
-Tom! Niye çalısıyorsun?
-Ah Ben! Sen misin? Geldiğini farketmedim.
-Yüzmeye gidiyorum. Sen de gelir misin?
-Görüyorsun ki isim var, simdi gelemem.
-Yüzmek is değil mi?
-Belki! diye yanıtladı Tom, sonra konusmasını söyle sürdürdü:
-Ama bu isten daha çok hoslanıyorum.
-Ne? Hoslanıyor musun? dedi Ben. Baska biriyle mi konusuyordu acaba?
-Gerçekten hoslanıyor musun Tom?
-Neden olmasın? Bir çocuk bir basına böyle bir tahtaperdeyi badana etmek
onuruna erebilir mi? Bahse girerim
ki sen bir kere bile boyamamıssındır. Haksız mıyım?
Bu, Ben'in fikrini değistirdi. Tom ise özenle fırçasını sağa sola sallıyor,
arada bir, geri çekilip eserini
inceliyordu.
Ben bir süre Tom'u dikkatle izledi. Sonra,
-Hadi Tom, biraz da ben boyayım... dedi.
-Olmaz! diye yanıtladı Tom. Polly Teyze, tahtaperdenin iyi boyanmasını
istiyor. Bunu tek basıma yapmalıyım.
Bitirdiğimde çok güzel olmalı. Teyzem, çok iyi boyamamı istedi.
-Lütfen, azıcık yapayım.
-Ben, senin de boyamanı tabii ki isterim. Ama teyzem Jim'e de, Sid'e de
yaptırmadı. Burayı ben yapmalıyım.
Bin çocuk gelse, iki bin çocuk da gelse buranın badanasını düzgün yapamaz.
-Ne olur, biraz yapayım. Sana elmalarımın yarısını veririm.
-Sevgili arkadasım korkuyorum.
-Tüm elmalarımı vereceğim.
Tom sevincini gizlemeye çalıstı, fırçayı isteksiz veriyormus gibi uzattı
Ben'e. Đçinden sevinmekle birlikte,
arkadasına belli etmedi. Suratını iyice asıp Ben'e baktı.
Büyük Missouri gemisi güneste badana yapıyor, bizim kurnaz sanatçı ise bir
ağacın gölgesine uzanmıs elma
yiyor, hem de yeni oyunlar hazırlıyordu.
Epeyce fırça çalan Ben, yorulunca isi bıraktı. Ben sırasını savınca, yeni
avlar ardı ardına düstü Tom'un eline.
Gelen arkadasların amaçları Tom'a takılıp, onunla alay etmekti. Ben yorgun düsüp
pes etmeden önce, güzel bir
uçurtma karsılığında badana fırçasını Billy Fisher'e vermisti. Bunu öteki
arkadasları izledi. Saatten saate, üstelik
Tom'u armağanlara boğarak badana gönüllüleri yenileniyordu. Sabah, elinde bir
seyi olmayan Tom, öğleye
doğru servet içinde yüzüyordu. Tom'un hazinesi; on iki bilya, bir ağız mızıkası
parçası, bir kırık makas, mavi bir
sise parçası, bir oyuncak tabanca, bir anahtar, bir tebesir, bir cam kase, bir
sürahi, bir çinko asker, iki kurbağa
yavrusu, altı kertenkele, tek gözlü bir kedi, bir kapı tokmağı, bir köpek
tasması, bir çakı...
Tom bütün gün, hiç çalısmamıstı ama, arkadaslarının hamaratlığı sayesinde
tahtaperde üç kat boyanmıstı.
Bu arada Tom yeni bir sey kesfetti:
Đnsan bir seyi elde edemezse onu ister. Eğer bir kisinin bir seyi yapması
gerekiyorsa bu istir. Eğer yapmaya
gerek duymuyorsa bu is değildir. Bir arabayı sırf kendiniz için sürmek zevk,
baskası için sürmekse istir.
BAHÇEDEKĐ KIZ
Tom, Polly Teyzeyi, kütüphane olarak kullanılan, evin arka tarafındaki odada,
açık pencerenin önünde
otururken buldu. Yasamının tek dostu olan kedisi de karsısında uyuyordu. Polly
Teyze dikis dikiyordu...
Tom'un verdiği görevi yapmayarak, kaçacağını düsünen Polly Teyze, onu karsısında
görünce epeyce sasırdı!
-Simdi gidip oynayabilir miyim teyzeciğim? diyordu Tom.
-Ne? Ne kadar çalıstın ki?
-Hepsini bitirdim teyzeciğim!..
-Tom bana yalan söyleme. Bilirsin, yalana hiç tahammülüm yoktur.
Yalan söylemiyorum teyzeciğim, gerçekten hem de üç kat boya sürdüm.
Polly Teyze Tom'a inanmamıstı. Gözleriyle görmek için dısarı çıktı. Tom'un
sözlerinin yüzde yirmisinin dahi
doğru olduğunu görmek bile, Polly Teyzeyi mutlu ederdi. Tahtaperdeyi bembeyaz
badanalanmıs bulunca ve
hatta üç kat badana çekildiğini anlayınca saskınlığını gizleyemedi.
-Hayır, hayır!.. Bu olamaz. Ne kadar güzel olmus... Đstediğin zaman çok iyi
çalısabiliyorsun Tom. Ne yazık ki
bu çalısma isteğini kendinde çok seyrek duyuyorsun. Artık gidip
oynayabilirsin...
Polly Teyze Tom'u yemek odasına götürdü. Ona, iri, pırıl pırıl kırmızı bir
elma verdi. Sonra, emek karsılığında
kazanılan her seyin çok değerli olduğu hakkında bir söylev çekti. Bu öğütleri
verip dolabı kapatırken, Tom da
pasta kabını gözucuyla teftis etti.
Tom dısarı çıktığında Sid'le karsılastı. Bir avuç toprağı kaptığı gibi Sid'e
fırlattı. Doluya tutulmus gibi saskına
dönen Sid, yaygarayı bastı. Polly Teyze ne olduğunu anlayıp yardıma kosana dek,
Sid, yarım düzine tası yemisti
bile. Tom da, tahtaperdenin üstünden çoktan atlamıs, gözden kaybolmustu.
Artık Sid'den öcünü almıstı. Evlerin ve ahırların arasından geçen çamurlu
yoldan kosarak küçük kentin
meydanına ulastı. Böylece teyzesinden kurtulmustu.
Alanda Tom bir kargasa çıkardı. Đki çocuk ordusu birbiriyle savasıyordu. Tom
bu ordulardan birinin
komutanıydı. Arkadası Joe Harper de, öteki ordunun komutanıydı. Joe ile Tom
birbiriyle hiç savasmazdı. Đkisi de
yüksek bir yerde oturup, kurmayları aracılığı ile savas yönetirlerdi.
Çetin ve oldukça uzun süren bu savas, Tom'un ordusunun yenilgisiyle sona erdi.
Simdi ölüler sayılıyor,
tutsaklar değistiriliyor, gelecekte yapacakları savasın kosulları ve günü
saptanıyordu. Sonra ordular yürüyüse
geçti. Geçit töreninden sonra, dağıldılar. Tom yalnız basına evin yolunu tuttu.
Jeff Thatcher'in oturduğu evin
önüne gelince bahçede mavi gözlü, iki uzun örgülü, sarı saçlı çok güzel bir kız
gördü. Bu yabancı kızla
karsılasınca, Tom az önceki savasın coskusunu unutmustu. Ayrıca bir ay önce
sevgisini kazandığı o ince kız,
Amy Lawrence'i hemen kalbinden atıvermisti. Simdi bu yeni konuğu gizlice
izliyor, çok beğeniyordu.
Bir ara kızın ilgisini çekmek için Tom, çesitli maskaralıklar yapmaya basladı.
Hemen bahçenin çitine yaklastı,
hafifçe parmaklığa dayandı, onu uzun uzun izledi. Kız merdivende bir ara
dikilip, çevreye göz gezdirdi. Sonra
kapıya doğru yürüdü. Tom içini çekti, bir anda yüzü aydınlandı: Çünkü kız içeri
girmeden çite doğru bir
menekse atmıstı. Tom çıplak ayağını çitin üstüne koyup parmaklarıyla çiçeği
yakaladı. Hazinesine kavusunca
kısa bir sürede köseyi döndü. Oradan savustu.
Sonra durup, çiçeği göğsünde bir yerlere sakladı. Belki de midesinin üzerine
koymustu, çünkü kalbinin nerede
olduğunu her kezinde hep yanlıs söylerdi. Sonra tatlı düslerle evin yolunu
tuttu.
Aksam öyle neseliydi ki, sevinçten uçacakmıs gibiydi. Teyzesi hemen farketti.
Sid'e toprak attığı için
azarlanmıstı; fakat buna aldırdığı bile yoktu. Teyzesi seker çalarken Tom'u
yakaladığında, Teyze, Sid çalarken
hiç sesin çıkmıyor ama! demisti.
-Hayır, o hiçbir zaman senin gibi üzmüyor ki beni! Biraz ağır davransaydım
ortada seker kalmayacaktı.
Az sonra, Polly Teyze mutfağa gitti. Sid, Tom'a inat olsun diye, sekerliğe
uzandı. Bu hareket, Tom'u çileden
çıkarmaya yetti. Đçinden neler geçirmedi ki? Sanki Tanrı da, sesini duymus,
dileğini kabul etmis gibi, o anda
Sid'in elindeki sekerlik yere düstü. Tuz buz oldu sekerlik. Tom bu hale öyle
sevindi ki, kopacak gürültüyü
sessizce beklemeye basladı.
Her kezinde, örnek çocuk diye basının kakıncı olan Sid'in cezalandırılmasına
Tom için için sevindi. Tom, yaslı
teyzesi gelinceye dek, neredeyse zevkten bayılacaktı. Az sonra Polly Teyze
esikte göründü. Gözünde simsekler
çakıyordu odaya girerken... Tom Đste geldi diye mırıldanmıstı ki, bir anda
kafasına bir yumruk indi.
-Bana niçin vuruyorsun? Onu Sid kırdı...
Polly Teyze sasırmıstı. Tom yalvarırcasına bakıyordu.
-Hımm, dedi Polly Teyze, o halde seni simdi daha önceki suçlarından dövüyorum.
Cezasız kalmıs çok suçun
var, Tom...
Sonra pismanlık duyup gönlünü almak istedi. Fakat disiplinin bozulacağını
düsünerek susmayı yeğledi.
Yaslı kadın arada bir sevgi dolu bakıslarla yeğenini süzüyordu. Tom bunu
görmezden geliyordu ama. O kendini
ölüm yatağında düsünüyor, bu sırada teyzesinin kendisinden özür dilediğini
görüyor, inadını sürdürerek yüzünü
duvara çevirip, sessizce ölüyordu. Ah, ondan sonra teyzesi nasıl ağlardı kim
bilir?
Bu kez Tom, düsünde ırmakta boğuluyordu. Ölüsünü eve getiriyorlardı. Üzerine
atılan Polly Teyzesinden göz
yasları sel gibi akıyordu. Küçük yeğenini geri vermesi için Tanrı'ya yalvarıyor,
bir daha onu hiç
cezalandırmayacağına yemin ediyordu.
O bunları düsündükçe acısı bir kat daha artıyor, gözünden dökülen yaslar
ayaklarından sel gibi akıyordu. O
anda içeri kuzeni Mary girdi, Mary, Tom'u bir an karanlık düsüncelerden
kurtardı. Onun günes gibi parlayan
aydınlık, güleç yüzü ve tatlı sarkıları arasında Tom, karanlık bir bulut gibi
kapıdan dısarı kayıp gitti.
Her zaman yaptığının tersine, kalabalıktan uzakta, kendini dinleyebileceği bir
yere çekildi. Irmağın kıyısında
yarısı suyun içinde olan bir sandal akıntıya kapılıp kaybolsa acaba arkasından
gözyası döküp üzülenler olur
muydu? Birden, koynunda sakladığı meneksesini anımsadı. Sakladığı yerden
çıkardı. Taç yaprakları dökülmüs
ve solmustu. Bu görünüm üzüntülerini yeniden canlandırdı. Sarısın kız, öldüğünü
öğrenince, üzülür müydü?
Polly Teyzenin yanında olsa onunla birlikte ağlar, onu teselli eder miydi? Yoksa
ötekiler gibi o da olayı soğuk
karsılayıp horlar mıydı? Böylece sürüp giden kimi acı kimi tatlı düsünceleri,
onu sevindirmekle birlikte
üzüyordu da. Sonra içini çekerek doğruldu. Saat on buçuğa doğru kim olduğunu
bilmediği kızın oturduğu sokağa
geldi. Bir ara evin karsısında durup kulak kabarttı. Hiçbir ses yoktu. Yalnızca
ikinci katın penceresinden bir
mum süzülüyordu. Hala orada mı? diye düsündü Tom. Çitten atladı, pencerenin
altına geldi. Tatlı düsler
kurmaya baslamıstı ki evin hizmetçisinin sesiyle irkildi. Aynı anda basından
asağı bir kova su bosaldı. Tom,
içinde ani bir ürkme duygusuyla hafifçe silkinerek ayağa kalktı. Önce ıslık sesi
duyuldu, sonra bir sangırtı.
Belirsiz bir gölge duvardan atlayarak karanlıklara karıstı.
Yatağa girerken üzerindeki ıslak elbiseleri çıkaran Tom'u, Sid yorganının
altından sessizce izliyordu. Tom'un
kızgınlıktan simsek gibi parlayan gözlerini görünce ağzını bile açamadı. Onun
gece duasını bile yapmadan
uyuması Sid'e dert olmustu.
PAZAR OKULU
Pazar sabahı aile bir araya gelmisti. Polly Teyze; kahvaltıdan sonra, topluca
yapılacak aile duasında öğrendiği
bölümleri Tom'dan, gözden geçirmesini istedi. Tom basarmak için içtenlikle
çalısıyordu. Sid, günlerce önce
hazırlanmıs ve duaları öğrenmisti.
Oysa Tom, kısa kısa bes duayı, hala öğrenememisti. Đçtenlikle istemis olsa
bile, aklına girmiyordu dualar iste!
Zorla mı? Bu ezberleme isi yarım saat sürdü sürmedi, duaların birkaç bölümünde
gene de tekliyordu.
Bes duayı ezberlemesi olanaksızdı. Çünkü kafasında baska düsünceler vardı. Bir
yandan da elleri bos durmuyor,
öteberiyle oynuyordu.
Mary kitabı aldı, öğrendiklerini yinelemesini istedi. Tom kendini sisli bir
yolda sanıyordu.
-O fakirler...
-Kutsal...
-Evet, kutsal. O fakirler kutsaldır...
-Çünkü...
-...Çünkü. Evet... O fakirler kutsaldır; çünkü... Çünkü...
-O...
-Çünkü...
-Çünkü
-O... n...
-Çünkü on... Ah, bunun ne olduğunu bilmiyorum.
-Onlar, onlar...
-Evet onlar....onlar ne yapacaklar Mary?
-Ah Tom. Olmadı! Çok çalısmalısın.
-Niçin bana yardım etmiyorsun Mary? Niçin böyle acımasızsın? Sadece basını
söylesen... Arkasını ben
getiririm.
-Bunu yapamam, kendi kendine öğrenmelisin Tom. Umudunu yitirme, basaracaksın.
Eğer basarırsan sana çok
hosuna gidecek bir sey vereceğim.
-Bana ne vereceksin Mary? Ne olur söylesene, ne vereceksin?
-Olmaz Tom? Sen onu düsünme. Sunu bilki ben güzel dersem o kesinlikle
güzeldir.
-Tamam Mary, simdi çok çalısıp bes duayı da ezberleyeceğim.
Alacağı hediyeyi merak eden Tom o kadar dikkatli çalıstı ki kısa sürede bes
kıtayı da ezberlemisti. Mary de ona
yepyeni bir bıçak armağan etti. Tom'un sevinci sonsuzdu.
Tom pazar okuluna gitmek için çağrıldığında bıçağı, dolaplardan birine
saklamakla mesguldü. Mary elinde su
dolu bir tasla bir sabun getirdi, sonra tası bahçede bir bankın üstüne koydu,
sabunu suyun içine daldırdı. Tom
kollarını sıvıyarak suyu yere döküp, mutfağa dönmüstü. Yüzünü sanki yıkamıs gibi
kapının arkasındaki havlu ile
oğusturuyordu, Mary havluyu onun elinden aldı. Söylenmeye basladı:
-Utanmıyor musun? Bu kadar pis olma Tom. Sudan sana zarar gelmez.
Tom az biraz utanmıstı. Tası yeniden doldurdu. Kendi kendini yüreklendirerek
derin derin soludu. Elini sabunlu
suya daldırıp yüzüne sürdü. Gözleri kapalı olduğu halde; mutfağa girerek havluyu
aldı. Bütün yüzünün ıslaklığı
gerçekten yıkandığını gösteriyordu. Oysa havluyla kurulanınca sonuç hiç de
sevindirici olmadı. Çünkü
temizlenen yerler çenesinin hemen yarısında bitiyor, gerisi maske gibi
duruyordu. Boynu, ensesi kapkaraydı, bu
kez Mary temizledi onu.
Yunup yıkanma isi bitince, Tom'un diğer çocuklardan farkı kalmamıstı, aklanmıs
paklanmıs, tertemiz olmustu.
Islak saçlarını eliyle bir güzel yapıstırdı. Bukleli, kabarık saçların kızlara
yarastığını düsünür, saçlarının kıvırcık
olmasına bu yüzden, üzülürdü.
Tom, son iki yıldır pazarları için ayırdığı elbiseleri gidip giyindi. Benekli
hasır sapkasını da Mary giydirdi.
Kılığı, üstü bası düzelmisti. Tom bu durumdan rahatsızdı, çünkü istediği gibi
hareket edemiyordu. Mary de
hazırlanmıstı; üç çocuk pazar okuluna gitmek üzere evden ayrıldılar.
Daha giriste kapıda kendisi gibi giyinmis arkadası Billy'e sordu:
-Sarı kartın var mı?
-Var.
-Ne istersin?
-Ne verirsin?
-Bir olta iğnesi, bir de seker.
-Görelim.
Tom söylediklerini bir bir gösterdi, alıcı da beğendi. Alısveris böylece
tamamlandı. Tom bir baska
arkadasından iki bilya karsılığında üç kırmızı kart aldı. Bir üçüncüsünden de
değersiz bazı seylerle üç mavi kart.
Bu değis tokuslarla rengarenk birçok basarı kartını aldıktan sonra içeri girerek
salondaki sıralardan birine oturdu.
Oturur oturmaz sıra arkadası çocukla kavgaya basladı.
O gün okulda önemli konuklar vardı. Müdür Walters vakit kaybetmeden gösteriye
basladı. Sağa sola emirler
veriyor; oraya buraya kosturup duruyordu. Kucağı kitaplarla dolu kütüphane
görevlisi, hızla gidip geliyordu
salonda...
Müdür Walters, basarılı öğrencilerinden birine o dönemde aldığı kartlara
bakarak bir armağan verecekti.
Birkaç çocuk bir iki sarı kart gösterdi. Ama bu yeterli değildi. Salonda herkes
umudunu kestiği sırada, Tom
Sawyer yerinden kalktı. Elleri kartla doluydu: Dokuz sarı, dokuz kırmızı, on
mavi kart. Kimse böyle bir sey
beklemiyordu ondan. Müdür çaresizdi; sonucu açıkladı, Tom seçkin konukların
yanına götürüldü. Çocuklar,
büyük bir kıskançlıkla ve hele kartlarını değistirenler kızgınlık ve pismanlıkla
onu izliyordu.
Müdür Walters, yaptığı heyecanlı bir konusmadan sonra, dua kitabını tutup ona
verdi. Bir yandan da
düsünüyordu. Elindeki kartlara göre bu çocuğun iki bin sayfa tutan duaları
ezberlemis olması gerekirdi. Ama en
değerli ödülü, armağan olarak iste Tom alıyordu.
Tom'un kız arkadası Amy onun bu basarısına çok sevinmisti. Fakat Tom ona hiç
bakmıyordu bile. Gözlerinin
baska bir kızın üzerinde olduğunu görünce Amy'nin içi burkuldu; kızdı Tom'a...
Konukların en önemlisi yargıçla Tom'u tanıstırdılar. Çocuğun dili tutulmus,
yüreği hızla çarpmaya baslamıstı.
Onu etkileyen konuğun önemli olması değildi, ilgi duyduğu kızın babası
olmasıydı.
Yargıç Tom'un basını oksadı sevecenlikle ve sordu:
-Adın ne senin küçük?
-Tom.
-O yeterli değil, dahası da olmalı?..
-Thomas.
-Ha söyle, simdi oldu. Ama ikinci bir adın da olmalı değil mi?
Müdür Walters atıldı:
-Soyadını unuttun mu çocuğum?.. Soyadını da söyle.
-Sawyer. Thomas Sawyer, efendim.
-Güzel. Aferin sana Tom. Sen harika bir çocuksun. Đki bin dua, senin yastaki
çocuklar için çok; pek çok... Ama
bunları, bu bilgileri öğrendiğin için hiçbir zaman pismanlık duymayacaksın.
Bilgi her seyden değerlidir. Bu
bildiklerinle ileride çok büyük, çok önemli bir adam olacaksın. Bütün bunları
pazar okulunda öğrendiklerime
borçluyum diyeceksin, değil mi? Simdi sana bir soru:
Soru sorulmadan önce Tom kıpkırmızı olmustu. Bu sorudan sonra renkten renge
girdi, hiç yanıt veremedi.
Bunca basarı kartı olan bir çocuğun böylesine kolay bir soruyu yanıtlayamamasını
onun heyecanına vererek, is
tatlıya bağlandı.
BECKY
Kendini bildi bileli Tom, pazartesi sabahını hiç sevmezdi. Hafta sonu tatili
bitiyordu. Yeniden, bir hafta daha
çalısmak gerekliydi, yeni dinlenceler için... Elinden gelse takvimden bütün
pazartesi günlerini çıkarıp atardı.
Somurtuk bir yüzle, yatağının içinde doğrulup oturdu. Düsünmeye basladı. Okula
gitmeyi canı hiç mi hiç
istemiyordu. Birdenbire gözleri parladı. Teyzesine disinin ağrıdığını
söyleyebilirdi. Önce kendisiyle aynı odada
yatan Sid'i kandırması gerekliydi. Hemen yüksek sesle yalandan inlemeye basladı.
Sesleri duyan Sid yatağından
fırlayıp kardesine ne olduğunu sordu; fakat Tom, rolünü iyice benimsemisti,
yanıt vermedi.
Yalnızca, dis ağrımasına bel bağlamak da sakıncalı olabilirdi. Ağızda oynayan,
çürümüs bir dis gördü mü, Polly
Teyzenin sakası yoktu; tutup çıkarırdı hemen, öyle disçi koltuğuymus,
kerpetenmis, onlara gereksinim falan
duymadan... Tom bunu düsününce kuyruk sokumuna dek titredi. Soğuk bir ter
bosandı sırtından. Eğer haber
verirse, sağlam bir disini kaybetmekle birlikte, çekilirken de büyük acı
duyacaktı.
Yalancıktan, Disim ağrıyor! deyip inleme numarasına yatmanın yararı
olmayacağını anlayınca bu düsünceden
de vazgeçti. Yeni, yepyeni bir hastalık kesfetmeliydi. Bir süre önce, eve gelen
aile doktorunun sözlerini
anımsadı. Hastalığın genel tablosunu pek bilmiyordu ama, önemli bir hastalık
olduğu kesindi. Çünkü Polly
Teyze, o gün, doktoru büyük bir dikkatle dinlemisti. Doktorun dediğine bakılırsa
acayip olmakla birlikte korkunç
bir hastalıktı. Bir kez, hasta iki üç hafta yataktan kalkamıyordu. El ya da ayak
parmaklarından birini kaybetmek
gibi insanı, okula gitmekten tüm alıkoyabilecek yaman bir hastalıktı bu...
Tom'un basparmağında birkaç gün önce çıkan bir sivilce mikrop kapmıs, irin
toplamıstı. Ayağını kaldırıp
basparmağını gözden geçirdi. Pekala bu hastalığın numarasını yapabilirdi. Ancak,
ne gibi tepkileri olabileceğini
de pek bilmiyordu. Yeni bir hastalık uydurmak için Tom, planlar kurduğu sırada,
Sid de, telasla Polly Teyzesine
kostu. Tom'un hastalanmasa bile hasta olabileceğini söyledi.
Teyze önce inanmadı; yine de üst katta olanları bilmek istedi. Tom hala
inliyordu, Polly Teyze merakla,
-Ne oldu Tom? diye sordu.
-Ölüyorum teyzeciğim, ayak parmağım zehirlendi!.. Ay!.. Ayy!.. Ölüyorum.
Tom; disinin ağrıması gerektiğini birden anımsayarak, daha da çok inlemeye
basladı ve telasla; Parmağım
zehirlendi, çok acıyor, dis ağrımı bile unuttum! deyince, Polly Teyze, Tom'un
okula gitmemek için yalan
söylediğini anladı, disçiye gideceklerini; kalkıp giyinmesini, disini
çektireceğini söyledi. Tom disçi sözünü
duyunca, yatağından kalktı; giyindi, disindeki ağrının önemsiz olduğunu; okula
gitmek istediğini söyledi. Teyze
güldü. Asağı indiler, az sonra da kahvaltılarını ettiler.
Tom okula giderken, yolda kasaba çocuklarının hayranlık duyduğu Huckleberry
Finn'e rastladı. Huckleberry
Finn haylaz olmakla birlikte, çok da tembel olduğu için anneler ondan
hoslanmazdı; ama bütün çocuklar gibi
Tom da, onunla arkadaslık etmeye can atar, arasıra fırsat buldukça oyun bile
oynardı.
Huckleberry, atılmıs eski elbiseler giydiği için üstü bası paramparçaydı.
Basında yırtık yağlı sapkası, sırtında
üzerine bol gelen yırtık pırtık ceketi ve hemen her tarafı delik desik
pantolonuyla gülünç bir görünüsü vardı.
Gönlünce yasardı. Yazsa kırlarda, kıssa bir fıçının içinde yatıp kalkardı.
Dilediğinde büyük ırmakta balık avlardı.
Yıkanır, havalar ısınmaya baslayınca da, pabuçlarını çıkarır, yalın ayak
gezerdi. Okula hiç gitmemisti. Kasabada
ondan daha çok küfür bilen kimse yoktu.
Tom, Huckleberry Finn'i görünce sevinmisti:
-Selam, Huckleberry! Ne haber?
-Selam! Bak! Hosuna gitti mi?
-Nedir o?
-Bir kedi ölüsü...
-Göstersene bana, Huck, üff!.. Vay canına... Nereden buldun onu?
-Nereden mi? Bir oğlandan aldım canım...
-Peki, karsılığında bir sey verdin mi?
-Elbette... Mavi bir kart verdim, üste kasap amcadan aldığım bir barsak da
cabası...
-Nereden buldun bu mavi kartı?
-Đki hafta önce, Ben Rogers'tan almıstım, bir çember sopasına karsılık...
-Ver bakayım... Kedi ölüsü ne ise yarar?
-Siğilleri yok eder.
-Nasıl?
-Nasıl mı? Kediyi alıp mezarlığa gidersin, gece yarısı rüzgar çıkıp ağaçların
arasında ıslık çalmaya
basladığında rüzgar kediyi, kedi siğillerimi alsın götürsün! diye bağırırsın.
Sabaha kadar siğiller kaybolur.
-Tamam anladım, sen hiç denedin mi?
-Hayır, fakat Hopkins bana söyledi.
-Oldu, inandım, onun bir sihirbaz olduğunu söylerler zaten. Huck, ne zaman
parka gideceksin?
-Hemen bu gece.
-Ben de seninle geleyim mi?
-Korkmazsan gel.
-Korkmak mı? Sey... Yine miyavlayacak mısın?
-Tabii, sen de bana miyavlayacaksın, unutma. Geçen defa ihtiyar Hays, Su
kedilerin sesinden bıktım artık!
diyerek basıma bir tas atıncaya kadar beni miyavlatmıstın.
-O gece yanımda teyzem vardı, senin miyavlamanı duydum ama yanıt veremedim. Bu
gece teyzem orada
olmayacak ve miyavlayacağım. Su siğillerden konusuyorduk... Bundan biraz söz
eder misin, hosuma gitti de...
Siğil belasını ucuz atlatacağız desene...
-Dur bakalım! Acele etme... Her sey öyle kolay olur mu? Önce içi yağmur sulu
bir ağaç kütüğü bulacaksın,
ama, bunu yöntemince yapmazsan hiçbir yararı yoktur, ağaç kütüğünü bulmanın...
Tek basına gideceksin
ormana. O kütüğü arayıp bulacaksın... Sonra kütüğün basında bütün bir gece
beklemek gerekir... Gün ısımaya
baslayınca, kütüğe geriye doğru arka arka giderek yaklasacaksın... Sırtını
kütüğe dayayıp, ellerini kovuğa sokup
sunları söyleyeceksin:
Ey koca kütük, yaslı kütük! Sesimi duydun mu? Beni gördün mü? Ağaçtan, o koca
kütükten, belli belirsiz, bir
ses duyar gibi olacaksın... O incecik ses, sana sunları söylemek isteyecektir:
Gördüm, gördüm... Sesini de duydum... Sonra kütüğe sunları söyleyeceksin:
Yaslı kütük, koca kütük, pınar gibi tatlı o güzel suyundan bir damla da bana
versene... Körelt su siğillerimi;
yaralarımı, berelerimi... Sağalt beni, kurtar derdimden...
Bunu dedin mi? Dedin... Sonra gözlerini yumacaksın, on bir adım sayarak
uzaklasacaksın kütükten. Olduğun
yerde üç kez fırıldak gibi döneceksin, döndün mü, iyi... Artık, güle oynaya, eve
gidebilirsin... Ne konusma, ne
görüsme... Hiç kimseye bir sey söylemek yok, anladın mı? ... Tılsımın
bozulmaması için, buna çok dikkat
etmelisin...
-Doğrusu pek aklım almadı ama, denemeye değer.
-Siğil için bir baska ilaç daha var.
-Söylediklerine aklım pek yatmadı, ama, Bob Tanner belki baska türlüsünü
denemis olabilir.
-Evet...
-Evet ama, elleri hep siğillerle kaplı değil mi onun?
-Doğru. Herifin derisinde siğil olmadık tek bir yer kalmamıs ki... Çürümüs
kütük bulamamıs besbelli...
Bulsaydı hiçbir seyi kalmazdı. Bak, benim elimde binlercesi vardı, hepsi anında
yok oldu, neden? Đste bundan...
Ben oldum bittim kurbağalarla oynamasını severim, kurbağaseverliğim yüzünden
siğillerim de pıtrak gibi
bitiverir ellerimde; çürümüs bir ağaç kütüğü bulamayınca; Çünkü ormanda
böyleleri her zaman bulunmuyor, ben
de bakla ile geçistiririm kimi zaman.
-Ya... Baklanın iyi geldiğini ben de biliyorum, ne tuhaf değil mi?.. Peki!
Baklaları aldın, sonra?
-Siğilleri temiz bir bıçakla kesip kanatacaksın. Çıkan kanı, birer birer
ortasından böldüğün baklaların üzerine
süreceksin. Sonra bir çukur kazıp kanlı baklaları çukurun içine gömeceksin,
aysız, karanlık bir gecede olacak
ama bu isler. Birkaç saat sonra, ellerinde siğil miğil kalmaz... Ancak özel
duası vardır bunun!..
-Nasıl bir dua Huck?
-Baklayı çukura gömerken, söyle mırıldanacaksın: Ey baklalar baklalar / Verdim
size kanımı / Siğille dolsun
çukurlar / Alma benim canımı...
-Peki, kedi ölüsüyle siğiller nasıl geçiyor?
-Daha önce de söyledim ya sana Tom, kediyi alacaksın, gece yarısı, gömütlükte
kötülüğü ile tanınmıs bir
ölünün gidip dikileceksin basına... Tam gecenin ortasında... Basına iki, belki
de üç Seytan üsüsür bir anda... Sen
onları göremezsin ama; konusurlar, seslerini duyamazsın... Hafif bir rüzgar eser
tatlı tatlı, rüzgarın sesini
duyarsın yalnızca... Seytanlar ölüyü alıp götürürken, sen de kediyi Tom, elinden
çukura fırlatıp söyle bağırırsın;
Seytan cesedi izler / Kedi seytanı / Kediyi siğil izler... / Đliskimi kestim
sizlerle / Hepinizin canı cehenneme /
Defolun, defolun sizi yezitler!..
TOM OKULDA
Tom keyifle okula daldı. Sapkasını koridordaki askıya astı. Sınıfa girdi,
hemen yerine geçti. Dershanenin
sessizliği Tom'un içeri girmesiyle bozulmustu. Öğretmen sinirle, yerinde
doğruldu:
-Thomas Sawyer, bugün de geç kaldın, özür dilemeden yerine nasıl oturursun!..
diye sordu.
Tom bir yalana sığınmayı düsünerek ayağa kalkarken, o anda sarı bir çift saç
örgüsü gözüne çarptı. Yalan
söylemekten vazgeçti.
-Huckleberry Finn'le konusurken geç kaldım efendim... dedi!
Öğretmen bu yanıttan sasırmıstı. Öğrenciler arkadaslarının delirmis olduğunu
düsündüler:
-Hucklebery Finn ile mi konustun? Bu açıklaman beni sasırttı doğrusu... Çabuk
ceketini çıkart.
Öğretmen Tom'u bir temiz dövdü. Sonra, ceza olarak da kızların yanına oturttu.
Sınıfta herkes kıkır kıkır
gülüyordu.
Tom onlara aldırmadı. Bos bir sıranın ucuna yerlesti. Yanındaki kız
gülümsüyordu; yavasça öteye kaydı,
Tom'un kendisine baktığını görünce dilini çıkarıp sırtını döndü. Basını
çevirdiğinde önüne bir seftali konmus
olduğunu gördü. Đstemiyorum anlamında elinin tersiyle itti, Tom seftaliyi alıp
yerine koydu. Tas tahtasına,
Lütfen al, bende daha var, diye bir not yazdı. Kız yazılanı okudu, ama hiç
aldırıs etmedi. Sonra Tom tas
tahtasını gizleyerek, yeniden, bir seyler yazmaya basladı. Kız hala hiç
aldırmıyor görünüyordu, Tom yazıp
çizmeye devam etti, derken kız dayanamayarak,
-Ne yazıyorsun, bana da göstersene... diye yavasça sordu.
Tom elini kaldırdı. Bacasından kıvrıla kıvrıla dumanlar çıkan pek biçimsiz bir
ev resmi çizmisti. Kız seftaliyi
unutup bir an resme baktı sonra dostça fısıldadı:
-Çok güzel çizmissin, bir de adam çizsene...
-Ben hiç resim yapamam ki...
-Ben sana öğretirim.
-Hemen öğle tatilinde istersen. Yemeğe eve gitmeyeceksen demek istiyorum...
-Sen gitmiyorsan ben de kalırım, tabii...
-Oldu anlastık, ismin ne senin?
-Becky Thatcher, seninki ne? Sahi biliyorum, Thomas Sawyer?
-Thomas Sawyer... Đslerde bir terslik varsa beni böyle çağırırlar, ama her sey
iyi gidiyorsa ismim Tom'dur. Sen
bana Tom dersin, oldu mu?
Tom, tas tahtasını saklayarak bir seyler yapmaya basladı. Kız ne yaptığını
tekrar görmek istedi, artık arkadas
olmuslardı:
-Ne yapıyorsun, göreyim.
-Olmaz, göstermem.
-Lütfen, görmek istiyorum.
-Hayır, baskalarına söylersin sonra...
-Đnanki söylemem...
-Görmesen daha iyi olacak ama...
Kız, Tom'un elini kenara itmeye çalısıyordu, Tom önce direndi, sonra yavasça
elini çekti. Seni Seviyorum
yazılmıstı tas tahtanın üzerine. Kız Tom'un eline bir tokat attı, ama sevinçle
gülerek,
-Ne utanmaz çocuksun sen!.. diye fısıldadı. Tam bu sırada Tom, kulağında
siddetli bir acıma duydu, kulağını
bir kıskaç yukarı doğru sanki koparmak istercesine çekip sündürüyordu. Basını,
kulağını kurtarmak isteyerek
yana çekti. Öğretmenin parmaklarıydı kulağındaki kıskaçlar. Ayağa kaldırmak
istiyordu sanki kendisini, kalktı
ve çocukların yeniden baslayan gülüsmeleri arasında eski yerine götürüldü.
Öğle tatilinde Becky Thatcher'in yanına yaklastı, kulağına ivedi ivedi,
-Köseyi döndükten sonra dar yolda yürü, ben de oraya geleceğim! diye
fısıldadı.
Böylece Tom diğer arkadasları ile okuldan ayrıldı. Becky kendi arkadasları
arasındaydı; az sonra, dar yolun
ucunda bulusup tekrar okula döndüler. Herkes okula gitmisti, bahçe bombostu.
Đste yalnız kalmıslardı. Bir ağacın
altındaki sıraya yan yana oturdular. Tom kalemi Becky'ye vererek elini kavradı,
beraberce önlerindeki tas
tahtaya ilginç bir ev resmi çizdiler. Resim bitince Tom, bütün içtenliğiyle,
-Becky, daha önce hiç nisanlandın mı?
-Hayır, o da ne demek?
-Ne demek mi? Yani evlenmek için nisanlanmak canım?
-Hayır.
-Peki, ister misin?
-Bilmem, nasıl olur acaba?
-Nasıl bir sey mi? Bir oğlana, onu sevdiğini, herkesten çok sevdiğini
söylersin, olur biter. Hepsi bu kadar...
Yani herkes böyle yapıyor iste...
-Herkes mi? Herkes dediğin kim?
-Tabii, haydi, sen de beni sevdiğini söyle, olup bitsin canım, böylece
nisanlanmıs oluruz. Bak iste, ben sana
söylüyorum: Seni seviyorum.
Becky birkaç saniye düsündü. Direnir gibi oldu önce, sonra çok yavasça,
-Basını öbür tarafa çevir! diye fısıldadı. Tom basını çevirdi.
-Dur, dur!... Önce bunu kimseye söylemeyeceğine söz ver...
-Peki, hiç kimseye söylemem, söz...
Tom basını çevirdi, Becky dudaklarını Tom'un kulağına yanastırarak fısıldar
gibi bir sesle söyle dedi:
-Seni seviyorum...
Sonra, telasla yerinden fırladı, sıraların arasında kostu, bir köseye
büzülerek yüzünü önlüğünün eteğiyle
sakladı. Ona yetisen Tom, boynuna sarıldı:
-Becky, neden kaçıyorsun, seninle nisanlandık iste, baska yapacak bir sey
kalmadı ki...
Önlüğünü tutan elini asağı çekip eteğini düzeltti. Becky kıpkırmızı olmustu.
-Peki, bitti iste, nisanlandık. Artık baskasını sevemez, baskasıyla
evlenemezsin, tamam mı?
-Tamam, ne senden baskasını severim ne de senden baskasıyla evlenirim...
-Daha baska?
-Okula gidip gelirken, kimse görmeyecekse hep beraber olacağız. Balolarda
birlikte dans edeceğiz, çünkü
nisanlılar öyle yaparlar.
-Bu çok hos, bu sözleri daha önce hiç duymamıstım.
-Oh, çok eğlencelidir nisanlanmak... Hatta ben ve Amy Lawrence...
-Ah, Tom, demek daha önce nisanlandın?
-Evet ama, o artık beni ilgilendirmiyor.
Tom boynuna sarılmaya çalıstı, Becky onu itti. Dokunursa ağlayacakmıs gibi
oluyordu. Tom üzüldü, hemen
cebinden bir perde halkası çıkarıp uzattı Becky'ye:
-Al, bak bunu sana veriyorum.
Becky halkayı öfkeyle kapıp yere fırlattı. Buna çok bozulan Tom'un gururu fena
halde kırılmıstı. Hızla arkasına
döndü, bahçeyi geçti. Dısarı çıktı. Kırlara doğru yürüdü. O gün, bir daha
dönmemek üzere okulu astı.
Az sonra Becky, Tom'un arkasından kostu, kostu... Ama kimseyi göremedi, Tom
gözden kaybolmustu.
YEMĐN
Tom ve Sid o gece, saat dokuz buçukta odalarına çıktılar. Dislerini
fırçaladılar. Yatar yatmaz Sid uyuyuverdi.
Tom uyanıktı, tam uykuya dalıyordu ki saat on biri vurdu ve aynı anda dısarıda
miyavlama yükseldi. Bir pencere
açıldı, birisi Defol, pis kedi! diye bağırdı, odunluğun arkasına atılan bos bir
sisenin gürültüsü Tom'u iyice
uyandırmaya yetti. Yatağından fırladı, ivedi ivedi ğiyindi; pencereden atladı.
Yerde dört ayak üzerinde sürünerek
ilerlerken etrafa göz gezdirdi. Kedi gibi bir iki kez miyavladı. Sonra odunluğun
damından yere atladı.
Huckleberry Finn, kucağında kedisiyle Tom'u bekliyordu. Kosar adımlarla
karanlıkta kayboldular. Yarım saat
sonra, mezarlıktaki uzun otların arasındaydılar.
Kasabanın hemen çıkısında küçük bir tepenin üzerindeki gömütlük yer yer kopmus
tahta parmaklıklarla
çevrilmisti. Ağaçların arasında yürürlerken, esen hafif rüzgarla ürperdiler.
Biraz daha yürüdüler. Bir ağaç
kümesinin altına oturdular.
Tom korkuyordu. Çevrenin sessizliğini bozmak için, konusma gereğini duydu.
Kısık bir sesle sordu:
-Bu ölüler onları rahatsız ettiğimiz için bize kızar mı Huck?
Disleri birbirine çarpan, dizleri titreyen Huckleberry Finn,
-Bilemem ki, diye kekeledi.
Bir ara sessizlikten sonra, Tom sorusunu yineledi:
-Đhtiyar Williams bizi duyar mı sence?
-Belki, bilemem ki Tom...
Çevreye göz gezdiren Huckleberry Finn, ihtiyar Williams'ı hemen yanı basında
hissediyordu. Korkusunu belli
etmemeye çalısarak arkadasına döndü:
-Rüzgar da hızlandı mı ne? Ağaçlar da nasıl uğulduyor böyle?
Tom ölü kediye dokunmak istemiyordu, oturduğu yerde iyice büzüldü.
-Bilmiyorum, bilmiyorum dedim ya...
-Keske buraya gelmeseydik.
Tom arkadasını yüreklendirmek istedi:
-Neden korkuyorsun Huck? diye kekeledi. Bu ölülerle bizim ne alısverisimiz
var? Surada, kendi halimizde
oturuyoruz, hiçbir sey yapmadan... Fazla kıpırdamazsak, onları kızdırmayız.
Huck, parmağını dudaklarına götürerek susmasını isaret etti. Đkisi de
soluklarını tutarak beklemeye basladılar.
Gömütlüğün alt ucundan bazı konusmalar ve ayak sesleri geliyordu.
Tom,
-Suraya bak Huck! diye fısıldadı, gördün mü ısığı? Bize yaklasıyor, nedir bu?
-Sapsallık etme, ne ısığı... Ben bir sey görmüyorum.
Üç gölge, onlara doğru yaklasıyordu. Elinde öflez fenerli bir adam solgun sarı
bir ısığı ağaçların arasında
dolastırıyordu.
Huck, bir ara bayılacak gibi oldu:
-Bunlar da kim? diye sordu, inler gibi bir sesle. Gözlerini gittikçe yaklasan
gölgelerden ayıramayan Tom,
arkadası gibi kendisini de yüreklendirmeye çalısan bir sesle fısıldadı:
-Kim olursa olsun, yere uzanıp hiç ses etmezsek, bizi görmeden geçip giderler.
Birden Tom'un bileğine yapıstı Huck. Boğuk ve heyecanlı bir sesle,
-Tamam, dedi, birisini tanıdım, su adam Muff Potter...
-Saçmalama Huck.
-Đnan, o diyorum sana... Sesinden tanıdım! Sakın kıpırdama, bizi görmesinler.
Herif her zamanki gibi yine
sarhos olmalı.
-Bak, durdular!.. Hey, ben de ötekini tanıdım, Kızılderili Joe bu...
-Evet, evet. Đyi ama gece yarısı ne isleri var burada?
Đkisi de sustu, adamlar çok yakınlarına gelmislerdi. Bilemedikleri üçüncü bir
adam elindeki feneri yukarı
kaldırdı:
-Tamam, iste burası! diye bağırdı.
Fenerin öflez ısığında adamın yüzünü gördüler. Bu, kasabanın genç doktoru
Robinson'du. Kızılderili Joe ve
Potter, ellerindeki sedyeyi yere bıraktılar. Sedye üzerindeki kazma ile küreği
alıp taze yaprak yığınıyla örtülmüs
gömütü kazmaya basladılar. Doktor, alçak bir sesle,
-Daha çabuk olmalısınız çocuklar! dedi. Ay yükselmek üzere...
Adamlar, büyük bir hızla islerini sürdürüyorlardı. Küreklerin gürültüsü
rüzgarın sesini bastırmıstı. Az sonra
kazmadan tok sesler çıktı. Tahtaya değmisti. Tabutu bulmuslardı. Doktor
sedyedeki ipi alıp uzattı. Tabutu yukarı
çektiler. Kürekle tabutun kapağını kaldırıp içindeki ölüyü sedyeye
yerlestirdiler. Üzerini battaniye ile örtüp, iple
sımsıkı bağladılar. Đsler bitmisti. Kızılderili Joe eli belinde güçlükle
doğrularak doktora döndü:
-Đs tamam... dedi. Bes dolar daha uçlan bakalım. Yoksa, ölü ortada kalır.
Doktor,
-Bu da ne demek? Pesin pesin aldınız ya paranızı? Bes dolar daha niçin
uçlanacakmısım?
Yüzünde zehir gibi acı bir gülümseme ile Joe doktora yaklastı. Sert, katı bir
sesle,
-Evet, dedi, paramızı ödedin. Bes yıl öncesini düsün bakalım. Açlıktan ölmek
üzereydim. Biraz yiyecek
istemek için kapınıza gelmistim, babana beni nasıl kovdurduğunu anımsadın mı? O
günü hiç unutmadım ben. Su
bes doları hemen vereceksin! Çünkü simdi de sen bana muhtaçsın, hadi uzatma, ver
parayı, bitirelim isini...
Yumruğunu kaldırıp doktora vurmaya basladı; ama doktor hızla dönüp bir yumruk
attı. Joe'yu yere devirdi. Bu
kez, Potter bıçağını çekip doktorun üzerine atıldı.
-Sakın ona bir kez daha vurma! diye bağırdı. Doktorun üzerine atladı. Yerde
yuvarlanıyorlardı. Kıran kırana
bir boğusma basladı. Kızılderili Joe kendine gelip ayağa fırladı, Potter'in
bıçağını yerden kaparak onların
çevresinde dolanmaya basladı.
Doktor daha çevik davranarak bu saldırıyı savusturdu. Gömütün önüne dayalı
kocaman tahtayı kapıp Potter'in
basına indirdi. Adam baygın yere yuvarlandı. Aynı anda Joe da, elindeki bıçağı
doktorun göğsüne sapladı. Đste o
sırada, bulutlar, yavas yavas yükselmekte olan ayı bir anda kapattı. Ortalık
kapkara kesildi. Ay ortaya çıktığında
yerde iki adam yatıyordu. Kızılderili Joe elinde bıçakla ayakta idi. Doktor
inliyor, bir seyler mırıldanıyordu. Bir
iki kez derin derin soludu. Bası yana kaydı. Çırpınması durdu. Ölmüstü. Joe,
-Tamam, bu is de bitti... diye mırıldandı. Eğildi, doktorun ceplerini
karıstırmaya basladı. Doktordan
asırdıklarıyla ceplerini doldurdu. Kanlı bıçağı yerde hala baygın yatan
Potter'in eline yerlestirdi. Az sonra Potter
inleyerek doğruldu. Elindeki bıçağa saskın saskın baktı. Sonra aynı saskınlıkla
etrafına göz gezdirdi. Joe'ye
dönerek
-Ne oldu Joe? diye sordu. Omuzlarını kaldırarak yanıtladı Joe:
-Tatsız bir is... Neden bıçak kullandın?
-Bir sey yapmadım ki ben...
-Elinde bu bıçakla böyle konusarak kurtulamazsın. Potter'in rengi uçtu birden,
bağırmaya basladı:
-Ne zaman yaptım bu isi? Kimseyi bıçaklamak istemedim ki ben? Ne zaman oldu
bu, söylesene Joe! ..
-Kıyasıya dövüstüğünüz bir anda, bir ara doktor senden kurtulunca gömüt
tümseğine dayalı tahtayı kaptığı gibi
basına indirdi. Sen kendini kaybedip yere düstün, iste o an, sen de bu bıçakla
fırlayıp adama sapladın. O da sana,
tahtayla tekrar vurunca sen bayıldın. Đste hepsi bu... Simdi de ayaktasın...
-Ne yaptığımı anımsayamıyorum simdi. Ne olacak peki, hiç bilemiyorum. Ölmek
istiyorum. Bugüne değin
bıçakla hiç isim olmamıstı. Bana bak Joe, ben seni hep korudum. Bu olaydan
kimseye söz etmeyeceksin, tamam
mı?
-Tamam, kimseye bir sey söylemeyeceğim, korkma, bana yaptığın iyilikleri
unutur muyum; kimseye
söylemem, söz...
-Sağ ol Joe, bu arkadaslığını unutmayacağım. Joe, iyice yükselmis olan aya
baktı. Arkadasının sırtına vurdu
yavasça,
-Haydi, bırak su geveziliği, bu kadarı yeter... Sıvısalım, sen su yana, ben bu
yana... Hemen toz olmalıyız...
Haydi bakalım, iz miz bırakmayalım ortalıkta...
Tom ve Huck köye doğru solukları tıkanırcasına kosuyorlardı. Tom,
-Çok yoruldum, bir yerlerde düsüp gebermeden eski tabakhaneye bir
ulasabilsek... Daha kosacak güç kalmadı,
bende!.. diye söylendi. Huck sesini çıkarmadı, o da bir an önce buradan
uzaklasmak istiyordu. Sonunda
tabakhaneye gelebildiler. Açık kapıdan içeri dalıp bitkin bir halde yere
yığıldılar. Bir süre yatıp solumalarının
düzelmesini beklediler.
-Huck, bu isin sonunu düsünebiliyor musun?
-Dr. Robinson ölürse kötü olur, bu isin sonu darağacıdır bence.
-Ya!.
-El bette, ya ! . .
-Huck, kimseye bir sey söylememeliyiz.
-Evet, söyleme sakın Tom. Yoksa su Joe denilen canavar ikimizi de öldürür. Gel
simdi burada yemin edelim.
Bu sırrı saklamak için ikimiz de yemin etmeliyiz.
-Tamam. Peki, yemini nasıl edeceğiz? Elele tutusaraktan mı? Yeterli mi bu
sence?
-Yok, yok, hayır, öyle olmaz. Senin dediğin küçük isler için geçerli, büyük
islerin yemini yazmakla olur...
Đmza da kanımızla atılmalı...
Tom, arkadasının sözlerini olumlu buldu. Ay ısığının yardımıyla bulduğu temiz
bir tahta parçasını aldı.
Cebinden çıkardığı küçük bir kırmızı kalemle üzerine üç bes satır yazdı: Hucky
Finn ve Tom Sawyer bu
gecenin olayları konusunda hiç konusmayacaklarına and içerler. Bu olay,
aralarında bir giz olarak kalacaktır.
Konusmaktansa ölmeyi yeğ tutarlar.
Huck, Tom'un biçimsiz yazısına hayran hayran baktı. Tom kalemi bırakıp
cebindeki çakısını çıkardı, ucunu
açtı. Đkisi de sivri ucu basparmaklarına batırdılar. Sonra Tom diğer eliyle
delinmis parmağını sıktı, çıkan kana
serçe parmağını batırdı. Tahtanın üzerine isminin ilk harflerini yazdı.
Huckleberry'ye H ve F harflerinin
yazılısını gösterdi. Yemin isi bitmisti. Tahta parçasını kazdıkları küçük çukura
gömdüler.
Tom pencereden yatak odasına sessizce girdiğinde Sid hafifçe kıpırdandı. Hala
uyuyordu. Sabah olmak
üzereydi; hemen soyundu. Yatağına uzanır uzanmaz da, uykuya daldı.
Öldürülmüs olan adam doktor Robinson'du. Hemen yanı basında bir bıçak
bulunmustu ve bu Muff Potter'indi.
Öğle olmak üzereyken tüm kasabayı bu önemli haber sarmıstı. Kulaktan kulağa
ağızdan ağıza yayılan haberin
herkes o kadar etkisindeydi ki müdür bile o günün öğleden sonrası için okulu
kapattı. Tüm kasaba halkı
gömütlüğe kosuyordu, Tom da kalabalığa karısıp yola koyuldu. Aslında gitmek
istemiyordu; sanki bir mıknatıs
onu oraya çekiyordu. Gömütlüğe gelince, kalabalığın arasından yavasça sıyrıldı.
O sırada bir elin koluna
yapıstığını hissetti, döndü. Huckleberry Finn'di. Konusmadan, bakıstılar. Tom
kalabalığın arasında Kızılderili
Joe'yu görerek ürperdi. O da oradaydı. Birden bir uğultu ile kalabalık
dalgalandı:
-Đste, geliyor...
-Evet o... Muff Potter.
-Serifle beraber geliyorlar. Yakalanmıs. Kalabalık kenara doğru çekilerek
gelenlere yol verdi. Muff Potter'in
yüzü solmustu, ürkek bakıslarla kalabalığa bakıyordu. Yerdeki cesedin önüne
gelince elleriyle yüzünü kapattı.
Serif kanlı bıçağı yüzüne doğru uzatarak sordu:
-Söyle, bu bıçak senin mi?
Potter yavasça basını kaldırdı, umutsuz, umarsız, ne yapacağını sasırmıs bir
halde bakındı. Kızılderili Joe'yu
gördü:
-Joe, hani bana söz vermistin... diye seslendi. Kollarından tutmasalar Potter
külçe gibi yere yığılacaktı.
Yeniden umarsız umarsız bakındı ve yenilgiyi kabullenmis olarak seslendi:
-Anlat Joe, neler olduğunu anlat. Artık susmanın anlamı yok...
Huckleberry Finn ve Tom, Joe'nun anlattıklarını oldukları yerden
duyabiliyorlardı. Sıra cesedin kaldırılısına
gelmisti. Joe hiç etkilenmise benzemiyordu. Hatta cesedin arabaya tasınmasına
yardım bile etti.
Bir hafta boyunca Tom olayın etkisinden kurtulamadı. Bu korkunç giz, onu
rahatsız ediyordu. Bir sabah
kahvaltılarını yaparlarken Sid,
-Tom, diye sordu, her gece yatağında debeleniyorsun, neden? Uykunda konusup
durduğun için beni de
uyutmuyorsun.
Tom yanıt vermedi. Önüne bakmakla yetindi. Bu kez Polly Teyze konustu:
-Bu kötü bir belirti, yine ne yaramazlıklar tasarlıyorsun bakalım?
-Đnanın, hiçbir sey teyzeciğim...
-Fakat Tom, hep aynı seyleri söylüyorsun: Bana iskence yapmayın, bırakın simdi
anlatacağım!.. diyorsun.
Sana kim iskence yapıyor? Anlatacakların ne? Neden her gece aynı seyleri
söylüyorsun?
Bu sorular Tom'u iyice terletmisti. Elleri titremeye basladı, sütün bir
kısmını masaya döktü. Tom her seyin
bittiğini sanıp kendisini sıkan gizini söyleyeceği sırada Polly Teyze yardımına
yetisti.
-Doğal! Benim bile rüyalarıma giriyor o korkunç öldürü. Senin sayıklama
nedenin de budur kuskusuz...
Tom kurtulmustu, kahvaltısını hızla bitirip odadan çıktı ve okulun yolunu tuttu.
Cezaevi, kasabanın kenarına kurulmustu. Derme çatma, eski bir tas yapıydı ve
tek tutuklusu da Potter'di.
Tom bir süredir cezaevinin küçücük penceresine yaklasıyor ve Potter'e eline
geçirebildiklerini armağan olarak
bırakıyordu.
Fakat yine de sayıklamaları bitmiyordu. Bildiği doğruyu kimseye söyleyemediği
için rahatsızdı.
O günlerde Tom'un gizli acılarına bir baskası daha eklendi. Becky Thatcher
hastaydı. Okula gelmiyordu. Artık
ne o kıyasıya savaslar, ne de korsanlık oyunları onu ilgilendirmiyordu. Yasam
gücü kalmamıstı, canı gülmek bile
istemiyordu.
Tom'un son günlerde giderek artan durgunluğunu gözleyen Polly Teyze
üzülüyordu. Duyduğu bildiği ilaçları
Tom'a veriyordu; ama durum hiç değismiyordu.
Polly Teyze, ayrıca, bütün sağlık gazetelerini almaya basladı. Her yeni çıkan
ilacın Tom'a iyi gelebileceğini
düsünüyordu.
Bir gün, yeni bir yöntem denemeye karar verdi. Su ile iyilestirecekti Tom'u.
Onu her sabah erkenden kaldırıyor,
önce bir bardak soğuk su içiriyordu. Sonra banyoya sokuyor, iyice yıkayıp tüm
vücudunu havlularla
ovusturuyordu. En son Tom'u ıslak bir çarsafa sarıp bir köseye oturtturuyor,
üzerine birkaç battaniye örterek
iyice terletiyordu.
Bunlardan gittikçe sıkılan Tom, hiç konusmaz olmustu. Sessiz ve dalgındı. Bu
kez Polly Teyze duyduğu yeni
bir ağrı kesiciden hemen birkaç sise aldı. Ama Tom artık bunlardan kurtulmak
istiyordu. Bir yol buldu.
Teyzesinin aldığı yeni bir surubu döseme aralığından asağı akıtıverdi.
Bir gün Tom, yine ilacı asağı dökerken teyzesinin kedisi Peter geldi, ilaç
sisesiyle oynamak istedi. Tom kediyi
iterek,
-Çekil Peter! diye bağırdı. Tadını bilmediğin seyi benden isteme!
Kedi yeniden siseye uzanınca, Tom da onu yakalayıp ilacı ağzına bosalttı.
-Al bakalım, sen istedin, ben verdim.
Zavallı kedi ne olduğunu anlayamadı. Đki metre havaya sıçradı. Bir yandan da
acı acı miyavlıyordu. Oraya
buraya fırlayarak esyaları devirdi. Vazoları kırdı. Gürültüye kosan Polly Teyze
kediyi odanın ortasında
tepinirken gördü.
Ne olduğunu anlayamadı Polly Teyze, Tom'a saskın saskın bakarken Peter
yerinden fırlayıp pencereden kaçtı.
Polly Teyze, sevgili kedisi Peter için bağırıyordu. -Ne oluyor burada? Ne oldu
bu kediye böyle?
-Bilmiyorum teyzeciğim...
-Hiç böyle delirdiğini görmemistim. Durup dururken ne olmus zavallıya?
-Ben de bilmiyorum. Ama kediler çok sevinince böyle olurlarmıs.
-Ne sevinmesi? Ne demek istiyorsun?
Eğildi, yerden ilacı kasığı aldı, sorusunu yineledi:
-Yoksa ona bir sey mi verdin?
Kasığı Tom'un burnuna doğru yaklastırmıstı, Tom sıkılarak gözlerini yere
indirdi. Bir el kulağına yapıstı, öbür
elinse yüzüğü kafasında tınladı.
-Bu zavallı kediden ne istiyorsun?
-Onun için üzülüyorum teyzeciğim...
-Niçin üzülüyormussun bakayım?
-Çünkü ilaç veren bir teyzesi yok.
-Ne demek istiyorsun?
-Bir teyzesi olsaydı, ilacını verir, ona bir insan gibi bakardı.
Polly Teyze birden üzüldü, Tom'a çok fazla ilaç vermisti. Tom'un basını
sevecenlikle oksadı:
-Senin iyi olmanı istedim, yine de yanıldığımı sanmıyorum, çünkü bak, ilaçlar
sana iyi geldi.
Tom son günlerde hep erken geliyordu okula. Oyunlara eskisi gibi katılmıyor,
bir kenarda, arka
Tarih: 2020-06-02 21:21:55 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx